ZİYARETÇİ SAYISI

ALLAH’IN İSİMLERİ

27 Aralık 2009 Pazar

YARATILIŞ GERÇEĞİ








O, gökleri dayanak olmaksızın yaratmıştır, bunu görmektesiniz. Arzda da, sizi sarsıntıya uğratır diye sarsılmaz dağlar bıraktı ve orada her canlıdan türetip yayıverdi. Biz gökten su indirdik, böylelikle orada her güzel olan çiftten bir bitki bitirdik. (Lokman Suresi, 10)








Pek çok böcek çiçeklerden polen taşır ama hiçbiri arılar kadar verimli sonuç alamaz. Bunun enönemli nedeni arıların polen toplamaya son derece elverişli olan vücut yapılarıdır. Polen toplama işi yoğun bir çalışma gerektirir, çünkü arının uzun süre çalışıp toplayarak kovana taşıdığı polen paketi ancak bir çifttir. Oysa tek bir petek gözünün polenle dolması için ortalama 20 çift polen paketine gereksinim vardır. Bu da arıların hiç durmadan hareket halinde olması demektir.


450 gramlık saf balı elde edebilmek için yaklaşık olarak 17.000 balarısının 10 milyon çiçeği ziyaret etmesi gereklidir.


“... Biz gökten tertemiz bir su indirmekteyiz. Onunla ölü bir beldeyi (toprağı) canlandırmak ve yarattığımız hayvanlardan ve insanlardan birçoğunu onunla sulamak için.” (Furkan Suresi, 48-49)


www.harunyahya.net


Bütün bitkiler gerekli olan maddeleri topraktan alabilecekleri bir dağıtım şebekesi ile donatılmışlardır. Bu şebeke topraktan temin edilen mineralleri ve suyu, gerekli miktarlarda olacak şekilde ihtiyaç duyulan merkezlere en kısa zamanda iletir. Taşıma işleminin yapılacağı bitkinin büyüklüğü ne olursa olsun, taşıma sistemini oluşturan borular yaklaşık olarak 0.25 mm (meşede)-0.006 mm. (ıhlamurda) genişliğe sahiptir.


Şimdi siz, içmekte olduğunuz suyu gördünüz mü? Onu sizler mi buluttan indiriyorsunuz, yoksa indiren Biz miyiz? Eğer dilemiş olsaydık onu tuzlu kılardık; şükretmeniz gerekmez mi?” (Vakıa Suresi, 68-70)


Yaratan, hiç yaratmayan gibi midir? Artık öğüt alıp-düşünmez misiniz? (Nahl Suresi, 17)








Allah, herşeyin Yaratıcısı’dır. O, herşey üzerinde vekildir. (Zümer Suresi, 62)








Sizleri Biz yarattık, yine de tasdik etmeyecek misiniz? Şimdi (rahimlere) dökmekte olduğunuz meniyi gördünüz mü? Onu sizler mi yaratıyorsunuz, yoksa Yaratıcı Biz miyiz? (Vakıa Suresi, 57-59)


“Gerçek şu ki, insanın üzerinden, daha kendisi anılmaya değer bir şey değilken, uzun zamanlardan bir süre gelip-geçti. Şüphesiz Biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık...” (İnsan Suresi, 1-2)


Bundan 54 - 37 milyon yıl önce yaşayan kızılağaçlarla, bugünkü kızılağaçların birbirinden bir farkı yoktur. Günümüzdeki kızılağaçların sahip olduğu tüm sistemlere eksiksiz sahip olan milyonlarca yıl önceki kızılağaçlar, yeryüzünde hiç bir zaman evrim yaşanmadığının delilidir.

www.yasayanfosiller.com







Örümceklerin hep örümcek, arıların hep arı, vatozların hep vatoz olması gibi tavşanlar da hep tavşan olarak var olmuşlardır. Evrimin geçersizliğini gösteren sayısız fosil bulgusu karşısında, Darwinistlere düşen yenilgiyi kabul etmektir. Resimdeki 33 milyon yıllık tavşan fosili de, Darwinistlerin yenilgisini bir ke z daha vurgulamakta, tüm canlıları Rabbimiz olan Allah’ın yarattığgerçeğini göstermektedir.








Darwinistlerin bilimdışı iddialarına göre sürüngenler yalnızca kuşların değil, aynı zamanda memelilerin de atasıdır. Ancak bu iki canlı sınıflaması arasında çok büyük farklar vardır. Acaba nasıl olmuştur da, bir sürüngen, vücut ısısı üretmeye başlamış, bu ısıyı kontrol edecek bir terleme mekanizması oluşturmuş, pullarını tüylerle değiştirmiştir? Evrimciler bu sorulara doyurucu tek bir bilimsel cevap verememişlerdir. Ayrıca tek bir ara form fosilinin dahi bulunamamış olması da bunun bir delilidir.








Yılan, timsah, dinozor ya da kertenkele gibi çok farklı sürüngen sınıflamaları arasında aşılmaz sınırlar vardır. Evrimciler, bu farklı gruplar arasında, yapılarına bakarak kendilerince evrimsel süreçler hayal ederler. Ama bu varsayımların fosil kayıtlarında bir karşılığı yoktur. Öte yandan her bir sürüngen türünün kendine has özelliklerle bir anda var olduklarının ve var oldukları müddetçe hiçbir değişikliğe uğramadıklarının sayısız fosil delili bulunmaktadır. Bu delillerden biri de resimde görülen 50 milyon yıllık yılan fosilidir.

www.darwinistneleridusunmez.com







37 - 23 milyon yaşındaki karacaların, günümüzde yaşayan karacalardan hiçbir farkının olmaması, bu canlıların milyonlarca yıldır hiç değişmedikleri, yani evrim geçirmedikleri, tümünü Allah’ın yaratmış olduğu anlamına gelir.







Deniz yıldızları genellikle deniz dibinde yaşarlar, 7000 metre derinliğinde yaşayan türleri bulunmaktadır. Yaklaşık yarım milyar yıldır hiç değişmeden soylarını devam ettiren bu canlılar karşısında evrimciler çaresizlik içindedir. Çünkü söz konusu canlılar on milyon değil, yüz milyon değil, iki yüz milyon değil, yaklaşık beş yüz milyon yıldır aynıdırlar.

www.evrimmasali.com








Darwinistlerin kaplumbağanın kabuklu yapısına, dokularına bir açıklama getirebilmeleri gerekmektedir. Tüm bunların hayali evrimsel süreçte nasıl tesadüfen geliştiğini gösterebilmeli ve buna dair deliller ortaya koyabilmelidirler. Darwinistlerin karşılaştıkları şey, daima -resimde görülen 37 - 23 milyon yıllık kaplumbağa fosili örneğinde olduğu gibi- yaşayan fosiller olacaktır.

www.Allahvar.com








Bu kurbağa cinsinin bir kısmı arka ayaklarıyla toprağı kazarak toprak içerisinde, bir kısmı da sulu ortamlarda yaşar. Darwinistler amfibiyenlerin sözde atasının balıklar olduğunu iddia ederler. Ancak bu iddialarını delillendirebilecek hiçbir bulguları yoktur. Tam tersine bilimsel bulgular, iki tür arasında çok büyük anatomik farklılıklar olduğunu ve birinin diğerinden türemiş olmasının imkansız olduğunu göstermektedir. Bu bilimsel bulgulardan biri de fosil kayıtlarıdır.








410 – 360 milyon yıldır aynı olan istiridyeler, canlıların birbirlerinden türedikleri ve aşama aşama geliştiklerini öne süren evrimcilere meydan okumaktadır. Bu canlılar, evrim geçirmediklerini, yaratıldıklarını söylemektedir..

www.darwininbilmedikleri.com








Resimde görülen 45 milyon yaşındaki bitki böceği, günümüzdeki bitki böcekleriyle tıpatıp aynıdır. Aradan geçen milyonlarca yıla rağmen hiçbir değişikliğe uğramayan bitki böcekleri, evrim teorisini yalanlayan delillerden yalnızca biridir.


www.darwinizminsonu.com








Genellikle tropik bölgelerde yaşayan timsahların bilinen en eski örnekleri bundan yaklaşık 200 milyon yıl önce yaşamıştır. Timsahların yüz milyonlarca yıl boyunca değişmediğini kanıtlayan fosil bulguları aynı zamanda evrimi çürütmekte ve tüm canlıları Allah’ın yarattığı gerçeğini göstermektedir.


www.dinsizliginkabusu.com







Scelionid yabanarıları genelde dökülmüş yapraklar altında yaşarlar. Bu arıların çok fazla böcek türüne, özellikle bunların yumurtalarına zarar verdikleri bilinmektedir. Resimdeki Scelionid arısı uçarken fosilleşmiştir. Günümüzdeki örneklerinden hiçbir farkı yoktur. 45 milyon yıllık Scelinoid yaban arısı amberi, diğer tüm canlılar gibi, yaban arılarının da evrimleşmediğini, bir anda mükemmel özelliklere sahip olarak yaratıldıklarını göstermektedir.


www.belgeseller.net















İÇİNDEKİLER









ADL
AFÜVV
AHİR
AHKAM-ÜL HAKİMİN
ALİM
ALİYY
ASİM
AZİM
AZİZ
BAİS
BAKİ
BARİ
BASİR
BASIT
BATIN
BEDİ
BERR
CAMİ
CEBBAR
DA'İ
DAFİĞ
DARR
ERHAMURRAHİMİN
EVVEL
FALİK
FASIL
FATIR
FETTAH
GAFFAR
GANİYY
HABİR


HADİ
HAFID
HAFIZ
HAKEM
HAKİM
HAKK
HALIK
HALİM
HAMİD
HASİB
HAYY
KABID
KABİL
KADİ
KADİM
KADİR
KAFİ
KAHHAR
KAİM
KARİB
KASİM
KAVİ
KEBİR
KERİM
KUDDÜS
LATİF
MAKİR
MALİK-İ YEVMİD-DİN
MALİK-ÜL MÜLK
MECİD
MELCA


MELİK
METİN
MEVLA
MUAHHİR/MUKADDİM
MUAZZİB
MUHİT
MUBKİ / MUDHİK
MUVEFFİ
MUHSİ
MUHSİN
MUHYİ
MUKALLİB
MUKMİL
MUKTEDİR
MUNTAKİM
MUSAVVİR
MÜBEŞŞİR
MÜBEYYİN
MÜDEBBİR
MÜ'MİN
MUCİB
MÜHEYMİN
MÜTEALİ
MÜTEKEBBİR
MUSEVVA
MÜSTEAN
MUTAHHİR
MÜYESSİR
MÜZEKKİ
MÜZEYYİN
MÜZİL


MUĞNİ
NASIR
NUR
RABBİL ALEMİN
RAFİ
RAHMAN-RAHİM
RAKIB
RAUF
REZZAK
SAMED
SADIK
SAİK
SANi
SELAM
SEMİ
ŞAFİ
ŞEFİ
ŞARİH
ŞEHİD
ŞEKÜR
TEVVAB
VAHİD
VARİS
VASİ
VEDUD
VEHHAB
VEKİL
VELİ
ZÜLCELAL-İ VE'L İKRAM
ZAHİR


SİZİ YARATAN ALLAH’I NE KADAR TANIYORSUNUZ?


Sizi kim yarattı? Size bu bedeni, gözlerinizin rengini, saçlarınızın rengini kim verdi? Boyunuzun uzunluğunu, burnunuzun şeklini kim belirledi? Sizinle birlikte diğer insanları, gökleri, yeri ve bu ikisi arasında yaşayan tüm canlıları kim yarattı? Uzayın derinliklerindeki gezegenlerin, Güneş’in ve yıldızların düzenini kim belirledi?


Siz bütün bu sorulara tek bir cevapla karşılık verirsiniz: “Allah”. Sizin gibi diğer insanlara da bu sorular sorulduğunda, onlar da “Allah” diye cevap verirler. Nitekim Allah Kuran’da insanların kendi ağızlarıyla bu gerçeği ikrar edeceklerini şöyle bildirmiştir:


Andolsun, onlara: “Gökleri ve yeri kim yarattı, Güneş’i ve Ay’ı kim emre amade kıldı?” diye soracak olursan, şüphesiz: “Allah” diyecekler. Şu halde nasıl oluyor da çevriliyorlar? (Ankebut Suresi, 61)


Peki sizi ve kainatı en ince ayrıntısına kadar planlayan Yaratıcımızı ne kadar tanıyorsunuz? Sizi her an gördüğünü, işittiğini, yaptığınız herşeyden her an haberdar olduğunu biliyor musunuz? Size göre Allah nerede? Sizi yarattıktan sonra kendi halinize mi bırakıyor? Yoksa nasıl yaşamanız gerektiğini mi bildiriyor? Allah’ı görebilir misiniz? Onunla konuşabilen bir insan var mı? İnsanlardan başka hangi varlıkları yarattı? O, ölümden sonra nasıl bir hayat vaat ediyor?


Kuşkusuz bunlar gibi daha pek çok soru sorulabilir ve siz de kendinize göre bu soruların hepsini cevaplarsınız. Bu cevaplar ya ailenizden, ya akrabalarınızdan ya çevrenizden ya da okuduğunuz kitaplardan öğrendikleriniz olacaktır. Ya da yıllar önce din dersinde okuduklarınızdan aklınızda kalanlar... Peki verdiğiniz cevapların gerçekten doğru olup olmadığını hiç düşünmüş müydünüz?


Kuşkusuz herkes Allah hakkında çok değişik fikirler öne sürebilir. Bir felsefeci Allah’ı anlatırken öncelikle aldığı eğitimi ön plana çıkarır, etkilendiği filozofların fikirlerini kullanarak bir tanımlama yapar. Allah hakkında hiçbir bilgisi olmayan bir ev kadını komşusundan duyduğu bilgilere inanır. Allah’la ilgili kitap yazan bir yazar ise belki de hiç din eğitimi almamıştır, hatta Allah’ın indirdiği ayetlerin tek bir tanesinden bile habersizdir. Fakat bu yazarın kitabını okuyan herkes, sanki onun fikirleri tartışmasız doğruymuş gibi kabullenir, tüm yazılanları uygular ve çevresindeki herkese kendinden çok emin olarak okuduklarını anlatır. Ve çoğu insan, o güne kadar çevresinden duyduklarının ve öğrendiklerinin yanlış veya eksik olabileceğine ihtimal vermez.


Fakat unutulmamalıdır ki, insan yanılabilen, cahillik edebilen bir varlıktır. Şu halde bize, Allah’ı en doğru tanıtacak kaynak, O’nun bizlere indirdiği hak kitap Kuran ve Peygamber Efendimiz (sav)’in hadisleridir. Bir hadisinde Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuştur:


Muhakkak ki, en güzel söz Allah’ın kitabıdır. En güzel yol da Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)’in yoludur. İşlerin en kötüsü de dine aykını olarak sonradan çıkarılandır. (3. Buhârî, I’tisam 2, Edeb, 70)


Allah Kuran’da insanların öğrenmesi gereken şeyleri açıklamıştır. Yukarıdaki soruların Kuran’daki cevaplarına bakacak olursak, öncelikle Allah’ın yalnız göklerde değil her yerde olduğunu görürüz. Allah bütün insanlara olduğu gibi size de şah damarınızdan daha yakındır. Sizin her yaptığınıza şahittir, herşeyi görür. Söylediğiniz tüm kelimeleri işitir. İçinizden ettiğiniz tüm duaları bilir. Her an sizin yanınızdadır. Üstelik Allah dilediği kuluyla konuşur. Örneğin Kuran’da, Allah’ın Hz. Musa ile konuşarak onu diğer insanlardan üstün kıldığı bildirilmiştir. Allah insanları olduğu gibi melekleri ve cinleri de yaratmıştır. Ve Allah dünya hayatından sonra sonsuza kadar sürecek bir cennet ve cehennem hayatı yaratmıştır. İnsanlara ölümlerinden sonra cennete gidebilmeleri için nasıl yaşamaları gerektiğini de Kuran’la bildirmiştir. Bütün bunlar yukarıda sorduğumuz soruların çok kısa yanıtlarıdır ve bu yanıtların hepsi Kuran’da yer almaktadır.


Şu an elinizde tuttuğunuz bu kitap da size şah damarınızdan daha yakın olan Allah’ı, Kuran’da bildirdiği şekilde tanıtmak için yazılmıştır. Bu kitabın amacı, bazı kişilerin kafasındaki puslu, silik, yanlış bilgilerin yerine Kuran-ı Kerim’deki gerçek Allah inancını koymak, böylelikle Yüce Allah’ı daha iyi tanımanızı, O’na daha yakın olmanızı sağlamaktır. Allah, 1400 yıl önce indirdiği Kuran ayetleriyle insanlara Kendisi’ni tanıtmış, Kendisi’ne ait isimleri bildirmiştir. Kuran’da verilen çeşitli örnekler ve anlatımlar O’nun sonsuz aklını, ilmini, sanatını gözler önüne serer. Allah Kuran ile Kendisi’ni kullarına tanıtır.


Bu kitapta yer alan her ismin altında kullanılan ayetler, açıklanan ismin geçtiği ayetlerdir. Bu ayetlerin Arapçasına bakıldığında, Allah’ın bu isimlerinin ayetlerin içinde geçtiği görülecektir. Ayrıca her ismin altında, belki de bugüne kadar üzerinde düşünülmeyen detayları hatırlatacak kısa tefekkürler bulunmaktadır. Elbette bu tefekkürler göklerin ve yerin Rabbi olan Allah’ı tanıtmak için yeterli değildir. Zira tüm kainatı, tüm canlıları, insanları ve maddeyi yaratan ve en güzel isimlerin sahibi olan Allah’ın tek bir ismini açıklamak için dahi ciltler dolusu tefekkür yazılabilir. Fakat böyle bir imkan olmadığı için bu kitapta kısa örnekler, insanı düşünmeye sevk edecek izahlar kullanılarak, okuyucunun tefekkür ufku açılmaya çalışılmıştır.


Elinizdeki kitapla ilgili gözden kaçırılmaması gereken bir nokta daha vardır: Bu kitap yalnızca Kuran’da geçen bilgileri aktarmaktadır. Çünkü bizim, Allah’ın isimleri hakkında O’nun bize Kuran’da öğrettiğinden başka hiçbir bilgimiz yoktur. Bizim bilgimiz dışında kalanlar ise herşeyde olduğu gibi Rabbimiz’in Katında saklıdır:


Dediler ki: “Sen Yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen, herşeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın.” (Bakara Suresi, 32)


İnsanlar içinde, Allah’tan başkasını ‘eş ve ortak’ tutanlar vardır ki, onlar (bunları), Allah’ı sever gibi severler. İman edenlerin ise Allah’a olan sevgileri daha güçlüdür... (Bakara Suresi, 165)














ADL

Adil olan, adaleti emreden


Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah’tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır. (Maide Suresi, 8)


Allah adalet yapanların en hayırlısıdır. O’nun düzeni tüm kainatı kuşatmıştır. O, adaletini dünyada ve ahirette kullarına gösterecektir. Herşeyi hakkıyla gören, herşeyin içini dışını bilen, herşeyden haberdar olan Allah’ın tüm işleri hikmetli ve adaletlidir.


İnsanların yaşamları boyunca işledikleri tüm fiiller muhakkak Allah’ın adaletine göre değerlendirilecektir. Zulüm yapanların zulümlerinin elbette karşılıksız kalmayacağını, iyi tek bir sözün bile mükafatının verileceğini, Allah Kuran’da bize haber vermektedir. Allah’ın sonsuz adaletinin tecelli edeceği yer ahirettir.


Dünya hayatında inkarcıların peygamberlere ve müminlere çıkardıkları zorluklar, attıkları iftiralar, işledikleri günahlar elbette karşılıksız kalmayacaktır. Müminlerin cennetteki derecelerini yükselten tüm bu zorluklar, inkarcıların da cehennemin en alt tabakalarında bulunmalarına vesile olacaktır. Allah hesap gününde son derece duyarlı terazilerle hiç kimseyi haksızlığa uğratmayacak, dünyada onlara verdiği sürenin sonunda sonsuz adaletine uygun olarak hesabını çok seri olarak görecektir. Şüphesiz Allah herşeyi bilen ve vaadine en sadık olandır. İnsanlar dünyada yaptıklarının karşılığını ahirette muhakkak göreceklerdir. Böylece inkarcılar, içinde yaşadıkları inkarın, en acı şekilde karşılığını bulacak, Allah’a imanlarında ve bağlılıklarında kararlı olanlar ise yaptıklarının karşılığını en güzeliyle, dünyada ve ahirette Allah’tan alacaklardır. Ayette şöyle buyrulur:


Şüphesiz sana biat edenler, ancak Allah’a biat etmişlerdir. Allah’ın eli, onların ellerinin üzerindedir. Şu halde, kim ahdini bozarsa, artık o, ancak kendi aleyhine ahdini bozmuş olur. Kim de Allah’a verdiği ahdine vefa gösterirse, artık O da, ona büyük bir ecir verecektir. (Fetih Suresi, 10)


Ancak burada üzerinde önemle düşünülmesi gereken bir nokta vardır. Allah’ın adaletini düşünürken kesinlikle bir insanın adalet anlayışıyla kıyaslama yapılmamalıdır. Çünkü inkar eden bir insan isteklerine ve zaaflarına uyabilir, adaleti gözetirken duygusallığa kapılabilir, bir konu hakkında yanlış hükümler verebilir ve yapılanları unutabilir. En önemlisi de karşısındakinin içinden geçirdiklerini bilmesi mümkün değildir. Allah ise asla yanılmaz ve asla unutmaz. Her insan için onun her hareketini gözetleyen ve kaydeden melekler tayin etmiştir. Bu melekler insanların hem içinden geçeni, hem de tüm eylemlerini yazarlar. Sonuç olarak Allah insanın ruhuna tamamıyla hakimdir. En adaletli hüküm verecek olan da Rabbimiz’dir. İsra Suresi’nin 71. ayetinde, Allah’ın sonsuz adalet sahibi olduğu şöyle haber verilmektedir:


Her insan-grubunu imamlarıyla çağıracağımız gün, artık kimin kitabı sağ eline verilirse, onlar kitaplarını okuyacaklar ve onlar, bir ‘hurma çekirdeğindeki iplikçik kadar’ bile haksızlığa uğratılmazlar. (İsra Suresi, 71)


Yapılan tüm kötülüklerin, inananların aleyhine kurulan örgütlenmelerin, hazırlanan tuzakların karşılığı en küçük ayrıntısına kadar ahirette verilecektir. Allah inkarcılara, dünya hayatında aslında yalnızca onların kötülüklerini artırmaya neden olacak mal, mülk, zenginlik ve bunun gibi birçok imkan verebilir. Allah ayetlerinde bunlara aldanılmaması gerektiğini bildirmiştir. Çünkü kısacık dünya hayatının karının, ahirettekinin yanında hiçbir anlam ve öneme sahip olmadığı şüphe götürmez bir gerçektir. Hele sonsuz bir cehennem inkarcılara gittikçe yaklaşıyorken...


Asıl yurt olan ahirette her nefis yaptıklarını karşısında hazır bulacaktır. Allah sonsuz adaletinin tecellisini kullarına, cennetinde ve cehenneminde sonsuza kadar gösterecektir. Allah en sonunda Kendisi’ne inananlarla inanmayanların arasını hak ile ayıracaktır.


Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever. (Mümtehine Suresi, 8)


Şüphesiz Allah, size emanetleri ehline (sahiplerine) teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor. Bununla Allah, size ne güzel öğüt veriyor! Doğrusu Allah, işitendir, görendir. (Nisa Suresi, 58)


Onlar, yalana kulak tutanlardır, haram yiyicilerdir. Sana gelirlerse aralarında hükmet veya onlardan yüz çevir. Eğer onlardan yüz çevirecek olursan, sana hiçbir şeyle kesin olarak zarar veremezler. Aralarında hükmedersen adaletle hükmet. Şüphesiz, Allah, adaletle hüküm yürütenleri sever. (Maide Suresi, 42)


De ki: “Rabbimiz (kıyamet günü) bizi birarada toplayacak, sonra da hak ile aramızı ayıracaktır. O, (gerçek hükmünü vererek hak ile batılın arasını) açandır, (herşeyi hakkıyla) bilendir. (Sebe Suresi, 26)


Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır. (Nisa Suresi 135)


AFÜVV


Affı çok olan


Bir hayrı açıklar ya da gizli tutarsanız veya bir kötülüğü bağışlarsanız, şüphesiz Allah, affedicidir, güç yetirendir. (Nisa Suresi, 149)


İnsan, yapısı gereği hata yapmaya çok müsait bir varlıktır. Her an, pek çok konuda eksik düşünebilir, yanlış bir karar verebilir, hatalı bir tavır sergileyebilir. Ancak insanı yaratan ve ondaki bu eksiklikleri bilen Allah, yapılan hataları da affedicidir. Allah’ın ‘affediciliği’ olmasa hiçbir insanın cennete girmesi mümkün olmazdı. Nitekim bu gerçeğe Kuran’da açıkça dikkat çekilmiştir:


Eğer Allah, insanları zulümleri nedeniyle sorguya çekecek olsaydı, onun üstünde (yeryüzünde) canlılardan hiçbir şey bırakmazdı; ancak onları adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Onların ecelleri gelince ne bir saat ertelenebilirler, ne de öne alınabilirler. (Nahl Suresi, 61)


Fakat unutmamak gerekir ki, Allah’ın affediciliği samimi kulları için geçerlidir. O, Kendisi’ne içten yönelip dönen insanların günahlarını affeder. Önemli olan kişinin samimi olup, kesin bir kararlılıkla tevbe etmesidir. Yoksa tevbe edip tekrar tekrar eski hatalarına geri dönenlerin ve yaptıklarından gerçek bir pişmanlık duymayanların tevbesinin kabul edilmeyebileceğini Allah bir ayette şöyle bildirmiştir:


Allah’ın (kabulünü) üzerine aldığı tevbe, ancak cehalet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemencecik tevbe edenlerin(kidir). İşte Allah, böylelerinin tevbelerini kabul eder. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır. (Nisa Suresi, 17)


AHİR


Herşeyin yokoluşundan sonra da var olan


O, Evveldir, Ahirdir, Zahirdir, Batındır. O, herşeyi bilendir. (Hadid Suresi, 3)


Allah kainatı yokluktan yaratmıştır ve onu en sonunda yine eski durumuna çevirecek, yok edecektir. Yok olmayacak hiçbir eşya, ölümsüz olan hiçbir canlı mevcut değildir. Dünyadaki tüm canlılar doğar ve ölürler, herşeyin bir ömrü, sayılı günü vardır. Oysa Kuran’da bildirildiği gibi Allah evveldir, ahirdir yani başlangıcı olmadığı gibi sonu da yoktur. Herşey yok olduktan sonra baki kalacak olan da O’dur.


Ömrü ve zamanı yaratan Allah maddeye ait tüm bu özelliklerden uzaktır. O, öncesi ve sonrası olmayandır. Sonsuzluğun sahibi, zamanın ve mekanın üstünde olan Allah’tır. Sonuçta kainat tekrar başlangıç noktasına dönecek, canlı cansız hiçbir şey kalmayacaktır. Yalnız Allah’ın varlığı baki kalacaktır. Allah bu gerçeği Kuran’da şöyle bildirir:


(Yer) Üzerindeki herşey yok olucudur;


Celal ve ikram sahibi olan Rabbinin yüzü (Kendisi) baki kalacaktır. (Rahman Suresi, 26-27)


Göklerde ve yerde olanların tümü Allah’ı tesbih etmiştir. O, üstün ve güçlü (aziz) olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. Göklerin ve yerin mülkü O’nundur. Diriltir ve öldürür. O, her şeye güç yetirendir. (Hadid Suresi, 1-2)


Gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşa istiva eden O’dur. Yere gireni, ondan çıkanı, gökten ineni ve ona çıkanı bilir. Her nerede iseniz, O sizinle beraberdir, Allah, yaptıklarınızı görendir. (Hadid Suresi, 4)


AHKAM-ÜL HAKİMİN


Hüküm verenlerin hakimi


Allah hükmedenlerin hakimi değil midir? (Tin Suresi, 8)


Her işin hükmünü veren, sonuçlandıran Allah’tır. Tüm olaylar O’nun emriyle, dilemesiyle oluşur ve gelişir. Allah’ın verdiği hükümlerde mutlaka birçok hikmet gizlidir. Fakat insanların çoğu, kendi kısıtlı akılları ile değerlendirme yapar ve dolayısıyla Allah’ın hükümlerini tam olarak kavrayamazlar. Oysa Allah sonsuz aklın sahibidir. Üstelik zaman ve mekandan da münezzehtir; bu kavramları yaratan ve insanların zamana ve mekana tabi olarak yaşamasını uygun görendir. İnsan hiçbir zaman bir gün sonra, hatta bir saat sonra neler yaşayacağını bilemez. O ise bir işe hükmettiği zaman bir gün sonra, yıllar sonra ve hatta kıyamete kadar o işin neyle sonuçlanacağına da hakimdir. Dolayısıyla verdiği hüküm her zaman en doğru, en iyi ve en hikmetli olandır.


Fakat iman etmeyenler bu gerçeğin farkına varamazlar. Çevrelerinde oluşan her olayın belirli sebeplere bağlı olarak, tesadüfen oluştuğunu düşünürler. Allah’ın hükmettiği olaylardaki hikmetleri değerlendiremezler. Meydana gelen her olayın Allah’ın kontrolünde olduğunu fark edemezler. Müminler ise Allah’ın verdiği hükümlerin hikmetlerini kavramaya çalışır ve O’nun daima en iyi ve en hayırlı hüküm veren olduğunu bilirler. Kuran’da şöyle buyrulmaktadır:


Sana vahyolunana uy ve Allah hükmünü verinceye kadar sabret. O, hükmedenlerin en hayırlısıdır. (Yunus Suresi, 109)


Nuh, Rabbine seslendi. Dedi ki: “Rabbim, şüphesiz benim oğlum ailemdendir ve senin va’din de doğrusu haktır. Sen hakimlerin hakimisin.” (Hud Suresi, 45)


ALİM


Herşeyi çok iyi bilen


Doğu da Allah’ındır, batı da. Her nereye dönerseniz Allah’ın yüzü (kıblesi) orasıdır. Şüphesiz ki Allah, kuşatandır, bilendir. (Bakara Suresi, 115)


İnsanlar düşünebilecek bir şuura sahip oldukları andan itibaren bir şeyler öğrenmeye başlarlar. Belli bir yaşa ulaştıktan sonra da öğrenim görmeye ve bu şekilde sayısız bilgiler edinmeye devam ederler. Hatta bazı insanlar belirli bir veya birkaç konu üzerinde uzmanlaşırlar. Örneğin bir fizik mühendisi, fizik kurallarının tamamını öğrenebilir veya felsefe üzerine öğrenim görmüş bir insan, felsefi konulara tam olarak hakim olabilir. Yine yakın tarih üzerinde uzmanlaşmış bir araştırmacı, yakın tarih ile ilgili çok isabetli yorumlar yapabilir. Çünkü bu konu ile ilgili öğrenilebilecek herşeyi biliyordur.


Yukarıda saydıklarımız, ‘bilmek’ fiilinin insanlar için geçerli olan kısmıdır elbette. Ancak ‘bilmek’ fiilinin, insanların asla tasavvur edemeyeceği, güç yetiremeyeceği bir boyutu vardır: Allah’ın bilmesi...


Allah göklerin, yerin, bu ikisi arasında olan tüm canlıların, kainatta işleyen tüm kanunların, her an meydana gelen tüm olayların bilgisine sahiptir. Çünkü tümünün Yaratıcısı O’dur. Üstelik Allah’ın ‘bilmesi’ sınırsızdır; Allah aynı anda dünya üzerinde doğan ve ölen insanların kimliklerini, yeryüzündeki her bir ağaçtan düşen yaprakların sayısını, evrendeki milyarlarca galaksi içindeki milyarlarca yıldızın her birinin özelliklerini ve burada sayfalarca saysak da asla bitiremeyeceğimiz herşeyi bilir. O, yeryüzünde, aynı anda uzayda meydana gelen her olayı, dünya üzerindeki milyarlarca insanın, hayvanın, bitkinin hücrelerinde kodlu olan şifreleri de bilir.


İnsanın unutmaması gereken çok önemli bir sır vardır: Allah yukarıda sayılan tüm detayların yanında insanın içini, aklından geçenleri, gizli veya açık işlediği tüm fiilleri de bilir. İnsan, içinde yaşadığı duyguların, düşüncelerin, sıkıntıların yalnızca kendi bilgisi dahilinde olduğunu zanneder; ama bu büyük bir yanılgıdır. Kainatın her noktasına tam olarak hakim olan Allah, insanın içine ve dışına da hakimdir. Nitekim Allah’ın bu sonsuz bilgisi pek çok ayetle bildirilmiştir:


Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar asla iyiliğe eremezsiniz. Her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir. (Al-i İmran Suresi, 92)


Görmedin mi ki, göklerde ve yerde olanlar ve dizi dizi uçan kuşlar, gerçekten Allah’ı tesbih etmektedir. Her biri, kendi duasını ve tesbihini şüphesiz bilmiştir. Allah, onların işlediklerini bilendir. (Nur Suresi, 41)


Güneş de, kendisi için (tesbit edilmiş) olan bir müstakarra doğru akıp gitmektedir. Bu, üstün ve güçlü olan, bilen (Allah)ın takdiridir. (Yasin Suresi, 38)


Haberiniz olsun; gerçekten onlar, ondan gizlenmek için göğüslerini büker (Hak’tan kaçınıp yan çizer)ler. (Yine) Haberiniz olsun; onlar, örtülerine büründükleri zaman, O, gizli tuttuklarını da, açığa vurduklarını da bilir. Çünkü O, sinelerin özünde saklı duranı bilendir. (Hud Suresi, 5)


Oysa onlar, önceden ellerinin takdim ettiklerinden dolayı onu (ölümü) hiçbir zaman kesin olarak dilemiyeceklerdir. Allah, zalimleri bilendir. (Bakara Suresi, 95)


Onları siz öldürmediniz, ama onları Allah öldürdü; attığın zaman sen atmadın, ama Allah attı. Müminleri Kendinden güzel bir imtihanla imtihan etmek için (yaptı.) Şüphesiz Allah, işitendir, bilendir. (Enfal Suresi, 17)



Buna rağmen yüz çevirirseniz, artık size kendisiyle gönderildiğim şeyi tebliğ ettim. Rabbim de sizden başka bir kavmi yerinize geçirir. Siz O’na hiç bir şeyle zarar veremezsiniz. Doğrusu benim Rabbim, her şeyi gözetleyip-koruyandır.” (Hud Suresi, 57)



De ki: “O (Allah) Rahman olan (esirgeyen koruyan)dır; biz O’na iman ettik ve O’na tevekkül ettik. Artık siz kimin açık bir sapmışlık içinde olduğunu pek yakında bileceksiniz.” (Mülk Suresi, 29)


Allah, takva sahiplerini (inanarak ve inançlarını uygulayarak) zafere ulaşmaları dolayısıyla kurtarır. Onlara kötülük dokunmaz ve onlar hüzne kapılmayacaklardır.


Allah, her şeyin Yaratıcısı’dır. O, her şey üzerinde vekildir. Göklerin ve yerin anahtarları O’nundur. Allah’ın ayetlerine (karşı) inkar edenler ise; işte onlar, hüsrana uğrayanlardır. (Zümer Suresi, 61-63)


ALİYY


Çok Yüce olan


Kendisiyle Allah’ın konuşması, bir beşer için olacak (şey) değildir; ancak bir vahy ile ya da perde arkasından veya bir elçi gönderip Kendi izniyle dilediğine vahyetmesi (durumu) başka. Gerçekten O, Yüce olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (Şura Suresi, 51)


Allah Kuran’da Kendisi’ni bizlere tanıtmıştır: Tüm alemleri yaratan, kainatın tek hakimi olan Allah Yücedir. Göklerin, yerin ve bu ikisi arasında bulunanların yegane sahibi O’dur. O’ndan başka ilah yoktur, Allah insanların şirk koştuklarından çok Yücedir. Tüm mülk Allah’a aittir; O, herşeye güç yetirendir. O, Yüce makamların da sahibidir. Allah alemlerden müstağnidir.


O, gaybı da, müşahede edileni de bilendir. Pek büyüktür, yücedir. Sizden sözü saklı tutan da, onu açığa vuran da, geceleyin gizlenen de ve gündüzün ortaklıkta gezen de (O’nun Katında bilme bakımından) birdir. O’nun (insanın) önünden ve arkasından izleyenleri vardır, onu Allah’ın emriyle gözetip-korumaktadırlar. Gerçekten Allah, kendi nefis (öz)lerinde olanı değiştirip bozuncaya kadar, bir toplulukta olanı değiştirip-bozmaz. Allah bir topluluğa kötülük istedi mi, artık onu geri çevirmeye hiç bir (biçimde imkan) yoktur; onlar için O’ndan başka bir veli yoktur. O size şimşeği korku ve umut olarak gösteren, (yağmur yüklü) ağırlaşmış bulutları (inşa edip) ortaya çıkarandır. (Ra’d Suresi, 9-12)


‘En güzel isimler’ Allah’a aittir, Allah sonsuz güzellik ve sonsuz yücelik sahibidir. İnsan Allah’ı ancak Kendisi’nin bildirdiği kadarıyla tanıyabilir, Yüceliğini ancak Kuran ayetleriyle takdir edebilir. Allah, bir ayetinde Kendi yüceliğini şöyle tarif etmiştir:


Allah... O’ndan başka ilah yoktur. Diridir, Kaimdir. O’nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. İzni olmaksızın O’nun Katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O’nun ilminden hiçbirşeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O’nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O’na güç gelmez. O, pek Yücedir, pek büyüktür. (Bakara Suresi, 255)


ASİM


Koruyan


(Oğlu) Dedi ki: “Ben bir dağa sığınacağım, o beni sudan korur.” Dedi ki: “Bugün Allah’ın emrinden, esirgeyen olan (Allah)dan başka bir koruyucu yoktur.”... (Hud Suresi, 43)


İnsan acizliği sebebiyle her an, her türlü zorlukla karşılaşabilir. Örneğin, dünya her an doğal afetlerin oluşabildiği bir yerdir. Depremler, seller, kasırgalar, yanardağ patlamaları sık sık karşılaşılan olaylardır. Veya aynı şekilde kişiyi manen sıkıntıya düşürebilen de pek çok olay vardır. Ve bu olaylar karşısında unutulmaması gereken bir gerçek vardır: İnsan ne kadar uğraşırsa uğraşsın, ne kadar acizliğinden kurtulmaya çalışırsa çalışsın, Allah’ın dilemesi dışında başına gelecek herhangi bir şeyden korunamaz. İnsan için tek koruyucu Rahman olan Allah’tır. Kuran’da bu durum şöyle bildirilmiştir:


De ki: “Sizi karanın ve denizin karanlıklarından kim kurtarmaktadır ki, siz (açıktan ve) gizliden gizliye ona yalvararak dua etmektesiniz: “Andolsun, bizi bundan kurtarırsan, gerçekten şükredenlerden oluruz.” De ki: “Ondan ve her türlü sıkıntıdan sizi Allah kurtarmaktadır. Sonra siz yine şirk koşmaktasınız.” (Enam Suresi, 63-64)


İnsanlar tek başlarına kaldıklarında, ellerindeki maddi imkanların, yakınlarının onlara hiçbir şeyle yardıma güç yetiremeyeceğini anladıkları anlarda ya da sağlıklarını yitirdiklerinde Allah’ı zikreder, O’ndan yardım dilerler. Ancak O, kendilerini kurtarınca yine nankörlük edip başlarına gelenleri unuturlar. Dünyada Allah’tan başka koruyucu bulamayacağını anlamayan, O’nun her türlü yardımına rağmen nankörlükte ayak direten bu kişiler, ahirette sonsuz bir azapla karşılaşarak gerçeği göreceklerdir.


Bu kişilerin durumu ayette şöyle haber verilmektedir:


... Çekimser davrananlar ve büyüklenenler, onları acıklı bir azabla azablandıracaktır ve kendileri için Allah’tan başka bir (vekil) koruyucu dost ve yardımcı bulamayacaklardır. (Nisa Suresi, 173)


Buna rağmen yüz çevirirseniz, artık size kendisiyle gönderildiğim şeyi tebliğ ettim. Rabbim de sizden başka bir kavmi yerinize geçirir. Siz O’na hiç bir şeyle zarar veremezsiniz. Doğrusu benim Rabbim, her şeyi gözetleyip-koruyandır.” (Hud Suresi, 57)


De ki: “O (Allah) Rahman olan (esirgeyen koruyan)dır; biz O’na iman ettik ve O’na tevekkül ettik. Artık siz kimin açık bir sapmışlık içinde olduğunu pek yakında bileceksiniz.” (Mülk Suresi, 29)


Allah, takva sahiplerini (inanarak ve inançlarını uygulayarak) zafere ulaşmaları dolayısıyla kurtarır. Onlara kötülük dokunmaz ve onlar hüzne kapılmayacaklardır.


Allah, her şeyin Yaratıcısı’dır. O, her şey üzerinde vekildir. Göklerin ve yerin anahtarları O’nundur. Allah’ın ayetlerine (karşı) inkar edenler ise; işte onlar, hüsrana uğrayanlardır. (Zümer Suresi, 61-63)


AZİM


Pek azametli, büyük olan


Göklerde ve yerde olanlar O’nundur. O, Yücedir, büyüktür. (Şura Suresi, 4)


Allah’ın büyüklüğü ve azameti kuşkusuz bir insanın kavrama sınırının çok üstündedir. Fakat insan yine de kendi aklının sınırları dahilinde Allah’ın ne kadar güçlü ve kudretli olduğunu görebilir, anlayabilir. Zira tüm kainat Allah’ın büyüklüğünü gösteren sayısız örnekle doludur. İnsanın yalnızca içinde yaşadığı dünyayı biraz incelemesi dahi, herşeyi yaratan Allah’ın azametini hissettirecektir.


Tonlarca ağırlıkta bulutları taşıyan gökyüzü, binlerce metre yükseğe uzanan dağlar, içlerinde milyonlarca çeşit canlının bulunduğu denizler, çakan şimşek ve onun ardından gelen gök gürültüsü ve Allah’a boyun eğmiş milyarlarca canlı... Bunlar ve burada sayılamayan sayısız detay Allah’ın büyüklüğünün açık delillerindendir.


Bir de dünyanın biraz dışına çıkıp düşünelim. Şöyle bir örnek, kainatı yaratan sonsuz azamet sahibi Rabbimiz’i biraz daha derin kavramamıza yardımcı olacaktır:


Evren adını verdiğimiz sınırsız bir mekan içinde yaşıyoruz. Bugün bilim adamlarının ulaşabildikleri bilgi seviyesine göre bu evren, içinde milyarlarca galaksiyi barındırıyor. Peki bu galaksilerin içinde neler var? Yine bilimin bize bildirdiği, her galaksi içinde milyarlarca yıldız bulunduğu. Biz de içinde milyarlarca yıldız içeren milyarlarca galaksiden birinin içinde, Dünya ismi verilen ve saatte 1670 km. hızla hiç durmadan dönen bir gezegen üzerinde yaşıyoruz. Ve kuşkusuz bu rakamlarla düşünüldüğünde, kainat içindeki varlığımızın, bir toz zerreciğinin dünya içindeki varlığı ile dahi kıyaslanamayacak derecede olduğu anlaşılacaktır.


İşte insan, samimi olarak düşündüğünde dahi milyarlarca galaksiyi yaratan ve tümünü kontrolü altında tutan Rabbimiz’in azametini fark edebilir. Rabbimiz tüm kainatı yaratan, milyarlarca yıldızı barındıran, milyarlarca galaksinin tümünü kontrolü altında tutan büyük bir gücün sahibidir. Allah, üstün sıfatlarını bir ayette şöyle haber vermektedir:


Allah... O’ndan başka ilah yoktur. Diridir, kaimdir. O’nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. İzni olmaksızın O’nun Katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O’nun ilminden hiçbirşeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O’nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O’na güç gelmez. O, pek Yücedir, pek büyüktür. (Bakara Suresi, 255)


O, gaybı da, müşahede edileni de bilendir. Pek büyüktür, yücedir. Sizden sözü saklı tutan da, onu açığa vuran da, geceleyin gizlenen de ve gündüzün ortaklıkta gezen de (O’nun Katında bilme bakımından) birdir. O’nun (insanın) önünden ve arkasından izleyenleri vardır, onu Allah’ın emriyle gözetip-korumaktadırlar. Gerçekten Allah, kendi nefis (öz)lerinde olanı değiştirip bozuncaya kadar, bir toplulukta olanı değiştirip-bozmaz. Allah bir topluluğa kötülük istedi mi, artık onu geri çevirmeye hiç bir (biçimde imkan) yoktur; onlar için O’ndan başka bir veli yoktur. O size şimşeği korku ve umut olarak gösteren, (yağmur yüklü) ağırlaşmış bulutları (inşa edip) ortaya çıkarandır. (Ra’d Suresi, 9-12)


AZİZ


Üstün, kuvvetli, güçlü, şerefli, mağlup edilmesi mümkün olmayan, galip olan



Allah’ı, sakın elçilerine verdiği sözden dönen sanma. Gerçekten Allah Azizdir, intikam sahibidir. (İbrahim Suresi, 47)


Allah’ın ‘Aziz’ sıfatı, O’nun hiçbir zaman mağlup edilemeyeceğini, her zaman galip olanın Kendisi olduğunu ifade eder. Allah kainatta mutlak kuvvet sahibidir ve O’ndan üstün hiçbir güç yoktur.


Kainattaki tüm düzeni, insanların sırrını kavramaya güç yetiremedikleri veya yeni yeni keşfedebildikleri her türlü kanunu yaratan Allah’tır. Bunun yanı sıra yeryüzünde bulunan her canlıyı yaratan da O’dur. Allah’ın kainatta kendini gösteren sonsuz gücü ve kudreti karşısında, yarattıklarının acizliği ise apaçıktır. Yarattığı tüm varlıklar ancak O’nun emriyle hareket edebilmekte, yaşamlarını sürdürebilmekte, belirli bir düzen içinde var olabilmektedirler.


Kuşkusuz bu acizlik yeryüzüne hakim olduğunu zanneden insan için de geçerlidir. Bir insan ne kadar güçlü, zengin ve itibar sahibi olsa da, Allah karşısında acizdir, güçsüzdür. Ne malı, ne parası, ne de ona itibar eden insanların sayısı, onu Allah’ın azabına karşı koruyamaz. Ancak Allah’a teslim olan, O’nun emirlerine uygun yaşayan, rızasını kazanmaya çalışanlar hariç... Allah Kuran’da her zaman Kendi taraftarlarına üstünlük vereceğini vaat etmiştir. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:


Allah, yazmıştır: “Andolsun, Ben galip geleceğim ve elçilerim de.” Gerçekten Allah, en büyük kuvvet sahibidir, güçlü ve üstün olandır. (Mücadele Suresi, 21)


Bundan (Kuran’dan) önce (onlar) insanlar için bir hidayet idiler. Doğruyu yanlıştan ayıran (Furkan)ı da indirdi. Gerçek şu ki, Allah’ın ayetlerini inkar edenler için şiddetli bir azab vardır. Allah güçlüdür, intikam alıcıdır. (Al-i İmran Suresi, 4)


Allah, gerçekten Kendisi’nden başka ilah olmadığına şahitlik etti; melekler ve ilim sahipleri de O’ndan başka ilah olmadığına adaletle şahitlik ettiler. Aziz ve Hakim olan O’ndan başka ilah yoktur. (Al-i İmran Suresi, 18)


Onların sözleri seni üzmesin. Şüphesiz ‘izzet ve gücün’ tümü Allah’ındır. O, işitendir, bilendir. (Yunus Suresi, 65)


Bu Kitabın indirilmesi, Aziz, Alim olan Allah’tandır;


Günahı bağışlayan, tevbeyi kabul eden, cezası pek şiddetli olan ve lütuf sahibi (Allah’tan). O’ndan başka ilah yoktur. Dönüş O’nadır.


Allah’ın ayetleri konusunda inkar edenlerden başkası mücadele etmez. Öyleyse onların şehirlerde dönüp dolaşması seni aldatmasın.


Kendilerinden önce Nuh kavmi de yalanladı ve kendilerinden sonra (sayısı çok) fırkalar da. Her ümmet, kendi elçilerini (susturmak için) yakalamaya yeltendi. Hakkı, onunla yürürlükten kaldırmak için, ‘batıla-dayanarak’ mücadeleye giriştiler. Ben de onları yakalayıverdim. Artık Benim cezalandırmam nasılmış?


Senin Rabbinin kafirler üzerindeki: “Gerçekten onlar ateşin halkıdır” sözü böylece hak oldu. (Mümin Suresi, 2-6'


BAİS


Gönderen (peygamber), uyandıran, dirilten


Nasıl oluyor da Allah’ı inkar ediyorsunuz? Oysa ölü iken sizi O diriltti; sonra sizi yine öldürecek, yine diriltecektir ve sonra O’na döndürüleceksiniz. (Bakara Suresi, 28)



Şüphesiz yeryüzünde şu ana kadar yaşayan ve bundan sonra da yaşayacak olan tüm insanlar ölümlüdür. Herkes bir gün ölür ve mezara konulur. Ancak bu apaçık gerçeğe rağmen insanların büyük bir çoğunluğu ölümü düşünmezler ve mezara konulduktan sonra tekrar diriltilecekleri gerçeğini de görmezden gelirler. Kuran’da bu kişilerin durumları şöyle haber verilir:


Derler ki: “Biz çukurda iken, gerçekten biz mi yeniden (diriltilip) döndürüleceğiz? Biz çürüyüp dağılmış kemikler olduğumuz zaman mı?” (Naziat Suresi, 10-11)


Kuran’da insanların büyük bir yanılgı ile sordukları bu soruya en açık şekilde cevap verilmiştir:


Kendi yaratılışını unutarak Bize bir örnek verdi; dedi ki: “Çürümüş-bozulmuşken, bu kemikleri kim diriltecekmiş?” De ki: “Onları, ilk defa yaratıp-inşa eden diriltecek. O, her yaratmayı bilir.” (Yasin Suresi, 78-79)


Yukarıdaki ayetlerde de bildirildiği gibi Allah tüm insanları ilk defa yaratıp-inşa edendir. Gelmiş geçmiş tüm insanları birbirlerinden farklı özelliklerle donatmıştır. Öyle ki, bugün bilindiği gibi her insanın parmak ucuna kadar birçok özelliği diğer insanlardan farklıdır. Kuşkusuz onları ilk defa yaratmış olan Allah, ikinci kere ve hatta sayısız kereler aynı şekilde yaratmaya güç yetirir. Nitekim Allah bunun delillerini bizlere yeryüzünün diriltilişinde göstermektedir.


Çevremize baktığımızda her sonbahar tüm doğanın bir nevi ‘ölüm’ yaşadığına şahit oluruz. Bu ‘ölüm’ bütün bir kış mevsimi boyunca da sürer. Ancak ilkbahar geldiğinde ağaçların kupkuru olmuş dallarında yeniden rengarenk çiçeklerin, yemyeşil yaprakların çıktığını görürüz; tüm doğanın canlanarak yeşillendiğini fark ederiz. Üstelik bu ‘ölümden sonra diriliş’ binlerce senedir hiç aksaklık göstermeden devam eder. İşte insanın ölümünden sonra dirilişi de Allah için bu derece kolaydır. İnsanın diriltilişi ile doğanın diriltilişi arasındaki bu benzerliğe Allah ayetlerinde şöyle dikkat çekmiştir:


O ölüden diriyi çıkarır ve diriden ölüyü çıkarır, ölümünden sonra da yeri diriltir. İşte siz de böyle çıkarılacaksınız. (Rum Suresi, 19)


Şimdi Allah’ın rahmetinin eserlerine bak; ölümünden sonra yeryüzünü nasıl diriltmektedir? Şüphesiz O, ölüleri de gerçekten diriltecektir. O, herşeye güç yetirendir. (Rum Suresi, 50)


Allah’ın ‘Bais’ sıfatının bir başka anlamı da ‘peygamber gönderen’dir. Allah insanlara uyarıcı-korkutucular, müjde vericiler olarak elçiler göndermiş ve onları doğru yola davet etmiştir. Elçilerinden kimine insanları karanlıktan aydınlığa çıkaracak kitaplar vahyetmiştir. Kuşkusuz bu, Allah’ın insanlara büyük bir lütfudur. Kuran’da şöyle buyrulmaktadır:


İnsanlar tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdi ve beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek üzere hak kitaplar indirdi... (Bakara Suresi, 213)


Andolsun ki Allah, mü’minlere, içlerinde kendilerinden onlara bir peygamber göndermekle lütufta bulunmuştur. (Ki O) Onlara ayetlerini okuyor, onları arındırıyor ve onlara Kitabı ve hikmeti öğretiyor. Ondan önce ise onlar apaçık bir sapıklık içindeydiler. (Al-i İmran Suresi, 164)


BAKİ


Devam eden, fani olmayan


(Yer) Üzerindeki herşey yok olucudur; Celal ve ikram sahibi olan Rabbinin yüzü (Kendisi) baki kalacaktır. (Rahman Suresi, 26-27)


Kainat içinde bulunan tüm varlıkların bir sonu vardır. Bir insan doğar, yaşar ve dünyada sürdürdüğü sınırlı ömrün sonunda ölür. Bu son, bütün insanlar için kaçınılmazdır. İnsanlar gibi bitkiler ve hayvanlar aleminin de yokoluşu kaçınılmazdır. Onlar da doğduktan bir süre sonra birer birer ölürler. Örneğin bir ağaç yeryüzünde yüzlerce sene yaşayabilir. Fakat en nihayetinde ölmeye mahkumdur. Canlı olan herşey hayatını tüketip toprağın altına girecek ve yok olacaktır.


Aynı şekilde cansız varlıkların da bir sonu vardır. Zaman, tümü üzerinde yıpratıcı etkisini gösterir. Örneğin, binlerce yıl önce ihtişam içinde yaşamış kavimlerden bugün yalnızca yıkıntıların geriye kaldığını görürüz.


Allah Kuran’da, “(Halkı) Zulmediyorken yıkıma uğrattığımız nice ülkeler vardır ki, şimdi onların altları üstlerine gelmiş ıpıssız durmakta, kullanılamaz durumdaki kuyuları (terk edilmiş bulunmakta), yüksek sarayları (çın çın ötmektedir)” (Hac Suresi, 45) ayetiyle bu gerçeğe dikkat çekmiştir.


İçinde yaşayan varlıkların bir sonu olduğu gibi kainatın da bir sonu vardır. Kainattaki tüm gök cisimleri bir gün enerjilerini tüketip yok olacaklardır. Veya Allah dilediği başka bir sebeple tüm kainatı yok edecek, kıyamet günü ile ilgili vaadini gerçekleştirecektir.


Görüldüğü gibi herşey sonludur; kainat da, yaratılmış tüm varlıklar da...


Allah ise yaratandır. Ve sonsuzluk yalnızca Kendisi’ne aittir.


Rabbimiz, insanlara Kuran’da şöyle buyurmaktadır:


Size verilen herşey, yalnızca dünya hayatının metaı ve süsüdür. Allah Katında olan ise, daha hayırlı ve daha süreklidir. Yine de, akıllanmayacak mısınız? (Kasas Suresi, 60)


Şüphesiz Allah, bir sivrisineği de, ondan üstün olanı da, (herhangi bir şeyi) örnek vermekten çekinmez. Böylece iman edenler, kuşkusuz bunun Rablerinden gelen bir gerçek olduğunu bilirler; inkar edenler ise, “Allah, bu örnekle neyi amaçlamış?” derler. (Oysa Allah,) Bununla birçoğunu saptırır, birçoğunu da hidayete erdirir. Ancak O, fasıklardan başkasını saptırmaz. (Bakara Suresi, 26)


Allah, her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üzerinde yürümekte, kimi iki ayağı üzerinde yürümekte, kimi de dört (ayağı) üzerinde yürümektedir. Allah, dilediğini yaratır. Hiç şüphesiz Allah, her şeye güç yetirendir. (Nur Suresi, 45)


BARİ


Yaratan, kusursuzca var eden


O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, ‘şekil ve suret’ verendir. En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O’nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir. (Haşr Suresi, 24)


Yaşadığımız evren ile ilgili herşeyde bir denge ve ahenge rastlarız. Özellikle bilim alanında yeni gelişmeler kaydedilip bugüne kadar bilinmeyen pek çok detay ortaya çıktıkça, bu denge ve ahenk daha da netleşmektedir. Görünen odur ki, kainat üzerinde var olan her sistem üstün bir aklın ürünüdür. Bu üstün aklın sahibi, herşeyi hayranlık uyandırıcı bir düzen içinde var etmiştir. Kainattaki her cisim, yeryüzünde yaşayan milyarlarca canlı müthiş bir ahenk içinde varlıklarını sürdürürler. Doğadaki düzen hiçbir şekilde bozulmaz ve milyonlarca yıldır son derece istikrarlı bir şekilde devam eder.


Yalnızca dünya üzerindeki yaşamı incelediğimizde bile hayranlık uyandırıcı pek çok detayla karşılaşırız. Etrafımız, farkında olduğumuz veya olmadığımız, sayısız yaratılış delili ile doludur. Örneğin, havadaki gazların karışımı tüm canlıların yaşamlarını sürdürebilmesi için en elverişli şekilde oranlanmıştır. İnsanlar ve hayvanlar yaşayabilmek için oksijen alır ve karbondioksit verirler. Ancak bu işlem sürekli devam ettiği halde havadaki oksijen miktarı azalıp, karbondioksit miktarı artarak mevcut dengeyi bozmaz. Çünkü bu noktada çok ince bir düzen var edilmiştir; insanların ve hayvanların tersine bitkiler, yaşamlarını sürdürürken karbondioksit alır ve oksijen verirler. Dolayısıyla insanların ve hayvanların tükettiği oksijen, bitkiler vasıtasıyla tekrar üretilir ve dünyadaki denge korunur.


Kuşkusuz bu örnek dünya üzerinde görebileceğimiz yaratılış delillerinden yalnızca bir tanesidir. Gerek mikro gerekse makro alem incelendiğinde bunun gibi sayısız örnekle karşılaşmak mümkündür. Eğer kainat ve dolayısıyla dünya üzerindeki canlılık varlığını sürdürebiliyorsa, bu, üstün akıl sahibi, herşeyin Yaratıcısı olan Rabbimiz’in ‘herşeyi birbirine uygun olarak yaratması’ ile mümkün olmaktadır. Allah bir ayetinde şöyle buyurmaktadır:


Hani Musa, kavmine: “Ey kavmim, gerçekten siz, buzağıyı (tanrı) edinmekle kendinize zulmettiniz. Hemen, kusursuzca yaratan (gerçek ilah)ınıza tevbe edip nefislerinizi öldürün: bu, Yaratıcınız Katında sizin için daha hayırlıdır” demişti. Bunun üzerine (Allah) tevbelerinizi kabul etti. Şüphesiz O tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir. (Bakara Suresi, 54)


Ey insanlar, eğer dirilişten yana bir kuşku içindeyseniz, gerçek şu ki, Biz sizi topraktan yarattık, sonra bir damla sudan, sonra bir alak’tan (embriyo), sonra yaratılış biçimi belli belirsiz bir çiğnem et parçasından; size (kudretimizi) açıkça göstermek için. Dilediğimizi, adı konulmuş bir süreye kadar rahimlerde tutuyoruz. Sonra sizi bebek olarak çıkarıyoruz, sonra da erginlik çağına erişmeniz için (sizi büyütüyoruz). Sizden kiminizin hayatına son verilmekte, kiminiz de, bildikten sonra hiç bir şey bilmeme durumuna gelmesi için ömrün en aşağı ucuna (yaşlılığa) geri çevrilmektedir. Yeryüzünü kupkuru ölü gibi görürsün, fakat Biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman titreşir, kabarır ve her güzel çiftten (ürünler) bitirir. İşte böyle; şüphesiz Allah, hakkın Kendisi’dir ve şüphesiz ölüleri diriltir ve gerçekten her şeye güç yetirendir. (Hac Suresi, 5-6)


BASİR


İyi gören


Onlar, üstlerinde dizi dizi kanat açıp kapayarak uçan kuşları görmüyorlar mı? Onları Rahman (olan Allah’)tan başkası (boşlukta) tutmuyor. Şüphesiz O, herşeyi hakkıyla görendir. (Mülk Suresi, 19)


İnsanın görme kapasitesi kuşkusuz çok sınırlıdır. Çıplak gözle görebileceği mesafe en fazla birkaç kilometre ötesidir. Üstelik bu da ancak açık bir havada, yüksek bir yerden bakıyorsa mümkün olur. Ancak şartlar ne kadar uygun olsa da görebildiği en uzak yer onun için puslu bir görüntüden başka bir şey değildir.


İnsan bazı durumlarda -özellikle de yalnız kaldığı zaman- kendisini de hiç kimsenin göremeyeceğini zanneder. Gizli bir iş yaparken, saklanırken, etrafında hiç kimse yoksa görülmediğinden emindir. Bu tarz ortamlarda insanlar istedikleri herşeyi yapabileceklerini, hiç kimseye karşı sorumlu tutulamayacaklarını, yaptıkları hataların asla karşılarına çıkmayacağını sanırlar.


Oysa bu bir yanılgıdır. Çünkü insanın unuttuğu çok önemli bir gerçek vardır: Allah her an herşeyi tüm detaylarıyla görendir.


İnsan gözleriyle ancak belli bir alanı görebilirken, Allah o kişinin bulunduğu odayı, onun dışındaki diğer odaları, o evin tamamını, o evin içinde bulunduğu şehri, şehrin içinde bulunduğu ülkeyi, onları içine alan kıtayı, bütün bunların tamamını kapsayan Dünya’yı, tüm gezegenleri, uzayı ve onun da ötesindeki boyutları aynı anda görmektedir. Kuran’da Allah’ın herşeyden haberdar olduğu şöyle bildirilmektedir:


Senin içinde olduğun herhangi bir durum, onun hakkında Kur’an’dan okuduğun herhangi bir şey ve sizin işlediğiniz herhangi bir iş yoktur ki, ona (iyice) daldığınızda, Biz sizin üzerinizde şahidler durmuş olmayalım. Yerde ve gökte zerre ağırlığınca hiçbir şey Rabbinden uzakta (saklı) kalmaz. Bunun daha küçüğü de, daha büyüğü de yoktur ki, apaçık bir kitapta (kayıtlı) olmasın. (Yunus Suresi, 61)


Namazı dosdoğru kılın, zekatı verin; önceden kendiniz için hayır olarak neyi takdim ederseniz, onu Allah Katında bulacaksınız. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı görendir. (Bakara Suresi, 110)


Allah Katında onlar derece derecedir. Allah yaptıklarını görendir. (Al-i İmran Suresi, 163)


Bizim ayetlerimiz konusunda çarpıtma yapanlar, Bize gizli kalmazlar. Öyleyse ateşin içine bırakılan mı daha hayırlıdır yoksa kıyamet günü güvenle gelen mi? Siz dilediğinizi yapın. Çünkü O yaptıklarınızı gerçekten görendir. (Fussilet Suresi, 40)


Kafir olanlar, sizinle savaşmış olsalardı, arkalarını dönüp kaçarlardı; sonra, ne bir veli (koruyucu dost), ne bir yardımcı bulamazlardı.


(Bu,) Allah’ın öteden beri sürüp giden sünnetidir. Sen Allah’ın sünnetinde kesinlikle bir değişiklik bulamazsın.


Onlara karşı size zafer verdikten sonra, Mekke’nin göbeğinde ellerini sizden ve sizin de ellerinizi onlardan çeken O’dur. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir. (Fetih Suresi, 22-24)


Allah, gökleri ve yeri hak olarak yarattı; öyle ki, her nefis kazandıklarıyla karşılık görsün. Onlara zulmedilmez. (Casiye Suresi, 22)


BASIT


Açan, genişleten, bollaştıran


Allah’a karşılığını çok artırma ile kat kat artıracağı güzel bir borcu verecek olan kimdir? Allah, daraltır ve genişletir ve siz O’na döndürüleceksiniz. (Bakara Suresi, 245)


Allah, Kendisi’ne iman eden, kalpten itaat eden kişilere dünyada maddi ve manevi bolluk, genişlik verir. Onların önündeki zorlukları açar. İman edenler karşılaştıkları her türlü zorlukta, sıkıntıda ve hastalıkta yalnızca Allah’a sığınırlar ve O’nu vekil edinirler. Bunun bir karşılığı olarak Allah inkar edenlerin işlerini zorlaştırırken, müminlerin işlerini kolaylaştırır.


Bu konuda Kuran’da verilmiş pek çok örnek vardır. Örneğin Hz. Musa ve ona tabi olan İsrailoğulları, Firavun’un zulmü nedeniyle yurtlarından çıkmak zorunda kalmışlardır. Ancak Firavun peşlerini bırakmamış ve yakalamak için ordusuyla beraber onları takip etmiştir. Bu kaçış esnasında Firavun’un ordusu ile deniz arasında kalan İsrailoğulları ‘gerçekten yakalandıklarını’ sanmışlardır. Fakat Allah Hz. Musa’nın duasına icabet etmiş, bir mucize göstererek denizi yarmış ve İsrailoğulları’nı Firavun’un zulmünden kurtarmıştır. Üstelik bunun ardından Firavun’u ve ordusunu yok etmiş, onların çıktıkları yerlere İsrailoğulları’nı mirasçı kılmıştır. Böylece Allah’ın, Kuran’da bildirilen “Allah yolunda hicret eden, yeryüzünde barınacak çok yer de bulur, genişlik (ve bolluk) da Allah’a ve Resûlü’ne hicret etmek üzere evinden çıkan, sonra kendisine ölüm gelen kişinin ecri şüphesiz Allah’a düşmüştür. Allah, bağışlayıcıdır, esirgeyicidir.” (Nisa Suresi, 100) ayeti de tecelli etmiştir. Kuşkusuz Allah’ın vaadi tüm inanan kulları için, her dönemde geçerli olmuştur ve olacaktır. Bir ayette şöyle haber verilir:


Şüphesiz senin Rabbin, rızkı dilediğine -genişletir- yayar ve daraltır. Gerçekten O, kullarından haberi olandır, görendir. (İsra Suresi, 30)


De ki: “Rabbimiz (kıyamet günü) bizi bir arada toplayacak, sonra da hak ile aramızı ayıracaktır. O, (gerçek hükmünü vererek hak ile batılın arasını) açandır, (her şeyi hakkıyla) bilendir.” (Sebe Suresi, 26)


BATIN


Gizli


O, Evveldir, Ahirdir, Zahirdir, Batındır. O, herşeyi bilendir. (Hadid Suresi, 3)


Bulunduğunuz odada şöyle bir çevrenize bakın. Gözlerinizle görebildiğiniz herşeyin ‘yapılmış’ olduğunu görürsünüz. Kapı, masanın üzerindeki teyp, duvara asılmış resim, pencere... Tüm bunların birileri tarafından tasarlanıp, üretildiğine eminsinizdir. Şimdi de pencereden dışarı bir bakın. Gördüğünüz manzarada muhtemelen deniz, ağaçlar, Güneş, gökyüzü, uçan kuşlar, belki bir ada veya bunlara benzer detaylar olacaktır. Eğer gece ise gökyüzünde asılı duran yıldızları ve Ay’ı da seyredebilirsiniz. Peki oturduğunuz odadaki eşyaların yapılmış olduğuna emin olduğunuza göre, dışarıda gördüğünüz şeylerin de bir plan dahilinde var olduğu kesin değil midir?


Elbette kesindir. Eğer bir duvardaki resmin tesadüfen oluşup oraya geldiğini iddia edemiyorsanız, Güneş’in, yıldızların ve Ay’ın da tesadüfen oluşup gökyüzündeki yerlerini aldığını iddia edemezsiniz. Yerde ve gökte gördüğünüz herşeyin bir Yaratıcısı vardır. Ve herşeyi üstün bir sanatla var eden Rabbimiz, yarattığı şeylerle Kendini bize tanıtmaktadır.


Pencereden dışarı baktığınızda O’nu göremezsiniz, çünkü Allah’ın varlığı, gücü ve sanatı yarattığı şeylerle apaçık görünmesine rağmen, Zatı gizlidir.


İşte Allah’ın yukarıdaki ayette bildirilen ‘Batın’ sıfatının anlamı budur. O’nun varlığı ve hakimiyeti kainattaki her noktada apaçık görülür ancak insan O’nun Zatını göremez. O’nu (Allah’ın dilemesi dışında) kimse göremez ama O, her yeri sarıp kuşatmıştır. Aşağıdaki ayetle bildirildiği gibi:


Gözler O’nu idrak edemez; O ise bütün gözleri idrak eder. O, Latif olandır, haberdar olandır. (Enam Suresi, 103)


BEDİ


Örneksiz olarak yaratan


Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca “OL” der, o da hemen oluverir. (Bakara Suresi, 117)


Ne kadar yetenekli, ne kadar zeki olursa olsun bir insanın keşfedebileceği bir yenilik, düşünebileceği farklı bir fikir ancak o güne kadar öğrendikleri ve çevresinde gördükleriyle sınırlıdır. İnsan yeryüzüne beş duyu ile gelmiştir ve bu duyuların dışında altıncı bir duyuyu tahayyül etmesi bile mümkün değildir. Üstelik sahip olduğu duyuları da ancak kısıtlı olarak kullanabilmektedir. Örneğin belirli bir renk tayfını görebilmekte, belirli frekanslardaki sesleri duyabilmektedir. Dolayısıyla yeryüzünde var olmayan bir şeyi düşünmesi, keşfedebilmesi, akledebilmesi asla mümkün değildir.


Nitekim bugün bilimsel keşiflerin bir kısmını incelediğimizde, insanların pek çok konuda doğada gördükleri canlıları ve bunların arasındaki kusursuz sistemleri, kendilerine örnek aldıklarını görürüz. Örneğin yunusların burun çıkıntısı, modern büyük gemilerin pruvasına model olmuştur. Radarların çalışma prensibi yarasaların ses dalgaları yayarak çalışan algılama sistemi ile aynıdır. Bunlar gibi daha pek çok örnek de verilebilir. (Bakınız Harun Yahya, Düşünen İnsanlar İçin, İstanbul)


Oysa Allah’ın ilmi sınırsızdır. İnsanın çevresinde görebildiği ve göremediği herşeyi Allah örneksiz olarak yaratmıştır. Kainatın, galaksilerin, gezegenlerin, canlıların, hatta tek bir hücrenin olmadığı bir zamanda Allah’ın dilemesi ve ‘Ol’ demesiyle, atomlardan, moleküllerden, hücrelerden, canlılardan, gezegenlerden, yıldızlardan, galaksilerden oluşan kusursuz bir sistem oluşturmuştur. İnsanların binlerce sene sonra keşfedebildikleri mikro dünyadan, ancak 20. yüzyılda haberdar olunan gök cisimlerine kadar herşey Allah’ın var ettiği sistemlerdir ve O’nun belirlediği kanunlara tabidir. Allah hiçbir örnek yokken evreni ve içindeki her ayrıntıyı meydana getirmiştir. Allah’ın herşeyi yaratan olduğu ayetlerde şöyle haber verilmektedir:


De ki: “Rabbim adaletle davranmayı emretti. Her mescid yanında (secde yerinde) yüzlerinizi (O’na) doğrultun ve dini yalnız Kendisi’ne has kılarak O’na dua edin. “Başlangıçta sizi yarattığı” gibi döneceksiniz.” (Araf Suresi, 29)


Gökleri ve yeri bir örnek edinmeksizin yaratandır. O’nun nasıl bir çocuğu olabilir? O’nun bir eşi (zevcesi) yoktur. O, herşeyi yaratmıştır. O, herşeyi bilendir. (Enam Suresi, 101)


Şüphesiz Allah, bir sivrisineği de, ondan üstün olanı da, (herhangi bir şeyi) örnek vermekten çekinmez. Böylece iman edenler, kuşkusuz bunun Rablerinden gelen bir gerçek olduğunu bilirler; inkar edenler ise, “Allah, bu örnekle neyi amaçlamış?” derler. (Oysa Allah,) Bununla birçoğunu saptırır, birçoğunu da hidayete erdirir. Ancak O, fasıklardan başkasını saptırmaz. (Bakara Suresi, 26)


Allah, her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üzerinde yürümekte, kimi iki ayağı üzerinde yürümekte, kimi de dört (ayağı) üzerinde yürümektedir. Allah, dilediğini yaratır. Hiç şüphesiz Allah, her şeye güç yetirendir. (Nur Suresi, 45)


BERR


Kullarına karşı iyiliği çok olan


Şüphesiz, biz bundan önce O’na dua (kulluk) ederdik. Gerçekten O, iyiliği bol, esirgemesi çok olanın ta Kendisi’dir.” (Tur Suresi, 28)


Allah insanı yaratmış ve onu, yaşaması için her yönden elverişli olan bir mekana yerleştirmiştir. Bu mekanda var olan herşeyi de insan için özel yaratmış ve onun hizmetine vermiştir. Nahl Suresi’nde Allah insanlara sunduğu nimetlerin bir kısmını şöyle haber vermektedir:


İnsanı bir damla sudan yarattı, buna rağmen o, apaçık bir düşmandır. Ve hayvanları da yarattı; sizin için onlarda ısınma ve yararlar vardır ve onlardan yemektesiniz. Akşamları getirir, sabahları götürürken onlarda sizin için bir güzellik vardır. Kendisine ulaşmadan canlarınızın yarısının telef olacağı şehirlere onlar, ağırlıklarınızı taşımaktadırlar. Şüphesiz sizin Rabbiniz şefkatli ve merhametlidir. Onlara binmeniz ve süs için atları, katırları ve merkebleri (yarattı). Ve daha sizlerin bilmediğiniz neleri yaratmaktadır? Yolu doğrultmak Allah’a aittir, kimi (yollar) ise eğridir. Eğer o dileseydi, sizin tümünüzü elbette hidayete erdirirdi. Sizin için gökten su indiren O’dur; içecek ondan, ağaç ondandır (ki) hayvanlarınızı onda otlatmaktasınız. Onunla sizin için ekin, zeytin, hurmalıklar, üzümler ve meyvelerin her türlüsünden bitirir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir topluluk için ayetler vardır. Geceyi, gündüzü, Güneş’i ve Ay’ı sizin emrinize verdi; yıldızlar da O’nun emriyle emre hazır kılınmıştır. Şüphesiz bunda, aklını kullanabilen bir topluluk için ayetler vardır. Yerde sizin için üretip-türettiği çeşitli renklerdekileri de (faydanıza verdi). Şüphesiz bunda, öğüt alıp düşünen bir topluluk için ayetler vardır. Denizi de sizin emrinize veren O’dur, ondan taze et yemektesiniz ve giyiminizde ondan süs-eşyaları çıkarmaktasınız. Gemilerin onda (suları) yara yara akıp gittiğini görüyorsun. (Bütün bunlar) O’nun fazlından aramanız ve şükretmeniz içindir. Sizi sarsıntıya uğratır diye yerde sarsılmaz dağlar bıraktı, ırmaklar ve yollar da (kıldı). Umulur ki doğru yolu bulursunuz. Ve (başka) işaretler de (yarattı); onlar yıldız(lar)la da doğru yolu bulabilirler. (Nahl Suresi, 4-16)


Kuşkusuz yukarıda sayılan nimetlerin tek bir tanesi bile insanın kendi imkanlarıyla elde edebileceği, oluşturabileceği, sahip olabileceği şeyler değildir. Bunların tümü Allah’ın insana lütuf olarak sunduğu güzelliklerdir. Yukarıda arka arkaya sıralanan nimetler Allah’ın kullarına karşı ‘iyiliğinin çok’ olduğunun apaçık delilleridir.


Peki bunca iyilik karşısında insana düşen nedir?


Allah yukarıdaki ayetlerin devamında kullarına verdiği nimetlerin karşılığında öğüt alıp düşünmelerini ve Kendisi’ne kulluk etmelerini şöyle bildirmektedir:


Yaratan, hiç yaratmayan gibi midir? Artık öğüt alıp-düşünmez misiniz? Eğer Allah’ın nimetini saymaya kalkışacak olursanız, onu bir genelleme yaparak bile sayamazsınız. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Nahl Suresi, 17-18)


CAMİ


İstediğini, istediği zaman, istediği yerde toplayan


Rabbimiz, kendisinde şüphe olmayan bir günde insanları gerçekten Sen toplayacaksın. Doğrusu Allah, va’dinden cayıp-dönmez.” (Al-i İmran Suresi, 9)



Dağınık şeylerin biraraya toplanması demek olan ‘cem’ kelimesi, Allah’ın tüm evrendeki sistemler üzerindeki hakimiyetini gösteren sıfatını ifade eder. Evreni ve içindekileri yaratan Allah, canlı ve cansız tüm varlıklara dilediğini yaptırma, istediği yerde ve istediği şekilde toplama kudretine sahiptir. Kuran’da Allah dünyada müminleri biraraya toplayacağını şöyle vaat etmiştir.


Herkesin (her toplumun) yüzünü çevirdiği bir yön vardır. Öyleyse hayırlarda yarışınız. Her nerede olursanız, Allah sizleri biraraya getirecektir. Şüphesiz Allah, herşeye güç yetirendir. (Bakara Suresi, 148)


Ancak gerçek toplanma günü kıyametle gerçekleşecektir. Kendisinden şüphe olmayan kıyamet gününde, Allah’ın bütün kulları O’nun huzurunda toplanacaklardır. Dünyada Kendisi’ni ve elçilerini yalanlayan kişilerin inkarlarını ve bu inkarlarından kaynaklanan bütün eylemlerini bilen Allah, elçileriyle tüm insanlığa haber verdiği büyük hesap gününde, gelmiş geçmiş tüm toplumları biraraya toplayacaktır. Sur’a üfürüldüğü gün suçlu günahkarların tümü biraraya getirilecekler ve yaptıklarından topluca hesaba çekileceklerdir. İnkar edenler yine topluca, yüzükoyun cehenneme sürülecek, layık oldukları karşılığı yine yandaşlarıyla beraber topluca göreceklerdir.


Allah Kendisi’ne iman edenleri ise tüm yaptıklarına bir karşılık olmak üzere cennette de -dünyada olduğu gibi- hep birlikte ağırlayacaktır. Allah takva sahiplerini de önderleriyle birlikte bir heyet halinde huzuruna getirecektir. Onlar nurları önlerinde ve yanlarında olacak şekilde, Allah’ın izni ve rahmetiyle topluca cennete gireceklerdir. Kendisi’ni inkar eden insanları ise, dünyada da birbirlerine arka çıkıp örgütlendikleri gibi, cehennemde de hep birarada tutacak, birbirleriyle çekişip durmalarına izin verecektir. Zulmedenlerin eşleri ve taptıkları hep birarada olacaklar, yaptıklarının karşılıklarını cehennemin dar bir köşesinde hep beraber göreceklerdir. Çok güvendikleri eşleri ve dostlarıyla birlikte cehenneme sürülmenin azabını yaşayacaklardır. Allah dünyada şeytana uyan insanları ahirette biraraya toplayarak cehenneme süreceğini aşağıdaki ayetiyle bildirmiştir:


O, size Kitapta: “Allah’ın ayetlerinin inkar edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğinizde, onlar bir başka söze dalıp geçinceye kadar, onlarla oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz” diye indirdi. Doğrusu Allah, münafıkların ve kafirlerin tümünü cehennemde toplayacak olandır. (Nisa Suresi, 140)


De ki: “Rabbimiz (kıyamet günü) bizi bir arada toplayacak, sonra da hak ile aramızı ayıracaktır. O, (gerçek hükmünü vererek hak ile batılın arasını) açandır, (her şeyi hakkıyla) bilendir.” (Sebe Suresi, 26)


“Rabbimiz, kendisinde şüphe olmayan bir günde insanları gerçekten Sen toplayacaksın. Doğrusu Allah, va’dinden cayıp-dönmez.” Şüphesiz inkar edenler, onların malları da, çocukları da kendilerine Allah’tan (gelecek azaba karşı) hiç bir şey kazandırmaz. Ve onlar ateşin yakıtıdırlar. (Al-i İmran Suresi, 9-10)


CEBBAR


Dilediğini zorla yaptırmaya muktedir olan


O Allah ki, O’ndan başka ilah yoktur. Melik’tir; Kuddus’tur; Selam’dır; Mü’min’dir; Müheymin’dir; Aziz’dir; Cebbar’dır; Mütekebbir’dir. Allah, (müşriklerin) şirk koştuklarından çok Yücedir. (Haşr Suresi, 23)


Allah’a karşı büyüklenmenin, O’na teslim olmamanın altında, insanın kendisini Allah’tan bağımsız bir varlık olarak görüp, sahip olduğu bazı özelliklerin kendinden kaynaklandığını zannetmesi, dolayısıyla kendine bir “benlik” vermesi yatar. Halbuki bu, son derece çarpık bir mantıktır. İnsan biraz durup düşünse, bu dünyaya kendi iradesiyle gelmediğini, hayatının ne zaman son bulacağını bilmediğini, sahip olduğu fiziksel özelliklerin kendi seçimiyle kendisine verilmediğini rahatlıkla görebilir. Kendi bedeni de dahil olmak üzere sahip olduğu herşeyin geçici olduğunu ve sonunda yok olacağını anlar. Tüm bunlar insanın tümüyle aciz olduğunun, hiçbir şeyin gerçekte kendisine ait ve kendi kontrolü dahilinde olmadığının açık delilleridir. Eğer biraz daha düşünürse, bu delillerin sayısız olduğunu görebilir.


Bütün bu gerçekler karşısında insanın, kendisini yaratan Rabbimize karşı büyüklenmeye kalkmasının ne kadar akılsızca bir tavır olacağı ortadadır.


Oysa insanın Allah’ın büyüklüğünü, herşeyi yoktan var ettiğini, insanların sahip oldukları bütün imkan ve özellikleri verenin Allah olduğunu, dilediği anda da hepsini geri alabileceğini, tüm canlıların ölümlü olduğunu, tek baki kalacak olanın Allah olduğunu kabul edip, gerçek sahibine teslim olması gerekir. Çünkü Allah, Kendisi’ne karşı haksız yere büyüklenen, aczini bilmeyen ve yüz çeviren herkese dilediği zaman zorla boyun eğdirmeye güç yetirendir.


Kuran’da sahip olduğu şeylerden dolayı kibirlenen ve sonunda da Allah’ın Cebbar sıfatıyla acizliklerini gören ve hatalarını ikrar eden bahçe sahiplerinin durumu ibret olarak anlatılmıştır. Ertesi gün bahçelerini erkenden devşireceklerine dair and içen bahçe sahiplerinin başlarına gelenler şöyle bildirilmiştir:


... Uyuyorlarken, Rabbin tarafından dolaşıp gelen bir bela onun üstünü sarıp-kuşatıverdi. Sonunda (bahçe) kökünden kuruyup-kapkara kesildi. (Kalem Suresi, 19-20)


Ama onu görünce: “Muhakkak biz (gideceğimiz yeri) şaşırmışız” dediler.


Hayır, biz (herşeyden ve bütün servetimizden) yoksun bırakıldık.”


(İçlerinde) Mutedil olan biri dedi ki: “Ben size dememiş miydim? (Allah’ı) Tesbih edip yüceltmeniz gerekmez miydi?”


Dediler ki: “Rabbimiz Seni tesbih eder, yüceltiriz; gerçekten bizler zalim imişiz.”


Şimdi birbirlerine karşı kendilerini kınamaya başladılar.


“Yazıklar bize, gerçekten bizler azgınmışız” dediler.


“Belki Rabbimiz, onun yerine daha hayırlısını verir; şüphesiz biz, yalnızca Rabbimiz’e rağbet eden kimseleriz.”


İşte azab böyledir. Ahiret azabı ise, muhakkak çok daha büyüktür; bir bilseler. (Kalem Suresi, 26-33)



Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır. (A’raf Suresi, 179)


DA’İ


Çağıran


Ey iman edenler, size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’a ve Resûlü’ne icabet edin. Ve bilin ki muhakkak Allah, kişi ile kalbi arasına girer ve siz gerçekten O’na götürülüp toplanacaksınız. (Enfal Suresi, 24)



İnsan her zaman en iyi düşünenin, hayatı ile ilgili en isabetli kararları alanın kendisi olduğunu zanneder. Kendine göre belirlediği bazı kurallar vardır; eğer o kurallar çerçevesinde bir hayat sürdürürse kendisi için ‘en iyi olanı’ yapmış olacağını düşünür. Oysa bu, birçok insanın içinde yaşadığı ciddi bir yanılgıdır.


İnsanı Allah yaratmıştır ve ona şahdamarından daha yakındır. Kişi kimi zaman kendisi ile ilgili birçok konuyu bilemeyebilir; ama o, kendisiyle ilgili bilgilerden habersizken Allah bunların tümünü bilir. Çünkü onun içine, dışına, düşüncelerine, bilinç altına tamamen hakimdir. Hatta insan bir an sonra neyle karşılaşacağını bilmez veya geçmişte karşılaştığı bazı olayları unutabilir. Ama Allah unutmaz ve yanılmaz. İnsanın geçmişte yaşadığı ve gelecekte yaşayacağı her olaya da hakimdir. Bu yüzden insan için ‘en hayırlı’ olanı bilen ancak onu yaratan ve yaşam sürdüğü her anın bilgisine sahip olan Allah’tır.


Nitekim Kuran’da, “... Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz.” (Bakara Suresi, 216) ayetiyle bu gerçeğe açıkça dikkat çekilmiştir.


Bu yüzden insanın yapması gereken Allah’ın kendisine bildirdiği, davet ettiği hak yola yani ‘kendisine hayat verecek şeylere’ uymaktır. Allah bu doğruluk yolunu Peygamberimiz (sav)’e vahyettiği Kuran vasıtasıyla insanlara bildirmiştir. Herkesin yaşamı boyunca neler yapması gerektiği, nasıl bir hayat sürdürmesi gerektiği, nasıl davranırsa kurtuluşa ereceği Allah’ın ayetleriyle birer birer bildirilmiştir.










DAFİĞ

Belaları def eden, çevirici


Böylece onları, Allah’ın izniyle yenilgiye uğrattılar. Davud Calut’u öldürdü. Allah da ona mülk ve hikmet verdi; ona dilediğinden öğretti. Eğer Allah’ın, insanların bir kısmı ile bir kısmını def’i (engellemesi) olmasaydı, yeryüzü mutlaka fesada uğrardı. Ancak Allah, alemlere karşı büyük fazl (ve ihsan) sahibidir. (Bakara Suresi, 251)


Müminleri maddi manevi her türlü tehlikeden koruyan Allah, onlara; kafirlere, münafıklara, müşriklere karşı da büyük bir kuvvet, yenilmez bir güç verir. İnkar edenler hazırladıkları sinsice tuzakların, düzenledikleri komplo ve saldırıların daha planlarını kurarlarken, Allah onlar için bir düzen kurar. Böylelikle vermek istedikleri zararı müminlerden engelleyerek tuzaklarını kendi başlarına geçirir.


Öte yandan Allah inkarcıları kendi aralarında da ayrılığa düşürerek, birbirleriyle mücadele ettirir ve bu şekilde güçten düşürür. Yine Müslümanlara kin besleyen kişileri onlardan uzak tutar, kendi canlarının derdine düşürecek belalar gönderir. Bu ilahi yardım Kuran’da şöyle bildirilmiştir:


Onlar, yalnızca; “Rabbimiz Allah’tır” demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar. Eğer Allah’ın, insanların kimini kimiyle defetmesi (yenilgiye uğratması) olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah’ın isminin çokça anıldığı mescidler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah Kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder... (Hac Suresi, 40)


Bunun yanında pek çok zorluğu, hastalığı, vesveseyi, şeytanın şerrini ve belayı da müminlerin üzerinden def eden ve daha bilmedikleri nice musibeti onlardan geri çeviren yalnızca Allah’tır. Kuşkusuz bunların her biri Allah’ın müminlere gizli ve açık yardımlarıdır. O, kullarına karşı çok şefkatli, Kendisi’ne sığınanlara, Kendisi’nden yardım isteyenlere karşı da esirgeyenlerin en hayırlısıdır.


Görmüyorlar mı ki, gerçekten onlar her yıl, bir veya iki defa belaya çarptırılıyorlar da sonra tevbe etmiyorlar ve öğüt alıp (ders çıkarıp) düşünmüyorlar. (Tevbe Suresi, 126)


(Veya) Onlar, Allah’ın tuzağından güvende mi idiler? Allah’ın bir tuzak kurmasından, hüsrana uğrayan bir topluluktan başkası (akılsızca) güvende olmaz. (Bütün bunlar,) Sakinlerinden sonra yeryüzüne mirasçı olanları doğruya erdirme(ye veya ortaya çıkarmaya yetmez) mi? Eğer Biz dilemiş olsaydık onlara günahları nedeniyle bir musibet isabet ettirirdik; ve kalplerine damgalar vururduk da onlar böylelikle işitmeyenler olurlardı. İşte bu ülkeler, sana onların ‘haberlerinden aktarmalar yapıyoruz.’ Gerçekten, onlara elçileri apaçık belgelerle gelmişlerdi. Ama daha önceden yalanlamaları nedeniyle iman eder olmadılar. İşte Allah, inkar edenlerin kalplerini böyle damgalar. (A’raf Suresi, 99-101)


Hani o inkar edenler, seni tutuklamak ya da öldürmek veya sürgün etmek amacıyla, tuzak kuruyorlardı. Onlar bu tuzağı tasarlıyorlarken, Allah da bir düzen (bir karşılık) kuruyordu. Allah, düzen kurucuların (tuzaklarına karşılık verenlerin) hayırlısıdır. (Enfal Suresi, 30)


DARR


Zarar verici şeyler yaratan


Ben, O’ndan başka ilahlar edinir miyim ki, Rahman (olan Allah), bana bir zarar dileyecek olsa, ne onların şefaati bana bir şeyle yarar sağlar, ne de onlar beni kurtarabilirler.” (Yasin Suresi, 23)


Aniden gelen ölüm, umulmadık bir hastalık, tüm ürünleri yok eden bir kasırga, evleri yerle bir eden deprem, gelecek korkusu, bir trafik kazası, stres, mal kaybı, kıskançlık, yaşlanma...


Kuşkusuz tüm bunlar, ahiretin varlığından gafil olan ve gerçek yaşamlarının dünyadaki yaşam olduğunu zanneden insanlar için, elem, korku ve ümitsizlik veren olaylardır. Elbette her insan kendisine veya yakınlarına zarar veren bu tarz olaylardan biriyle veya bunların benzerleriyle her an karşılaşabilir. Ve bu karşılaşma muhtemelen kişinin hiç beklemediği bir anda gerçekleşir. Bir anda tüm vücudunu saran kansere yakalandığını öğrenebilir, bir sabah bir yakınının ölüm haberi gelebilir, hayatı boyunca biriktirdiği parasının çalındığını duyabilir veya aynaya baktığında hiç beklemediği şekilde yaşlandığını görür.


Peki insanlara karşı bu kadar merhametli olan Allah’ın, dünya hayatında böyle olaylar yaratmasının hikmetleri nelerdir?


Bunun en önemli nedenlerinden biri Allah’ın insanı zorluk ve sıkıntıyla eğitmesidir. Hastalığından dolayı zorlukla nefes alan bir insan kibirlenerek diğer insanları aşağılayamaz. Aynı zamanda yürüyemezken tekrar yürüyebilen, tüm malını mülkünü kaybetmişken bunlara tekrar kavuşan bir insan, şüphesiz bunların değerini çok daha iyi kavrar. Böylelikle hem zorluğu hem de kolaylığı yaratarak dünyada bir imtihan ortamı oluşturan Allah, karşılıksız verdiği nimetlerin daha iyi takdir edilmesini sağlar.


Ancak burada belirtilmesi gereken önemli bir nokta vardır. Eğer bu tarz olaylarla karşılaşan kişi iman sahibiyse ve ahiretin gerçek hayatı olacağını biliyorsa, zaten bir üzüntü, sıkıntı içine girmez. Başına gelen her türlü zorluğun Allah’tan olduğunu bilir ve bunlara sabreder, o sıkıntılardan kendisini kurtarabilecek olanın da yalnızca Allah olduğunu bildiği için O’na dua eder, O’ndan yardım diler. Böylece Allah Kendisi’ne inanan kullarını da eğitir, yakınlaşmalarını sağlar ve ahiretteki derecelerini yükseltir.


Allah’a ve ahiret gününe inanmayan insanlar için ise durum farklıdır. Allah, “Darr” sıfatını asıl olarak cehennemde onlara karşı gösterecektir. Kuşkusuz dünyada kendilerini üzüntüye boğan şeyler cehennemde karşılaşacakları ile kıyaslanınca çok hafif kalır; çünkü buradakilerin tümü geçicidir.


Cehennemde ise insanların yanan derileri, acının tekrar tekrar hissedilmesi için yenileriyle değiştirilir. İnkar edenlere boğazları parçalayan darı dikeninden başka hiçbir şey yedirilmez, bağırsakları parçalayan kaynar sudan başka hiçbir şey içirilmez. Ölüm gelir fakat ölünmez, ardından daha acı bir azapla karşılaşılır. Orada demirden kamçılar, ateşten yataklar olacak, inkarcı insan cehennemin en dar ve karanlık yerine atılacaktır. Cehennemde kemikleri çatırdatan inlemeler duyulacaktır.


İnkarcılar, cehennem bekçilerine “Rabbiniz’e söyleyin, bizi buradan çıkarsın” diye yalvarırlar. Azaptan bir gün hafifletilmesini isterler. Allah onları çeşit çeşit azaba uğratırken bir yandan da onlara cennettekilerin nasıl bir bolluk ve nimet içinde olduklarını seyrettirir. Onlar kendilerine yardım edecek kimseyi bulamazlar ve (Allah’ın dilemesi dışında) sonsuza kadar da alçaltılmışlar olarak onun içinde bırakılırlar. Allah böylelikle gerçek zorluğu ve acıyı inkar edenlere cehennemde tattırmış olur. Allah bir ayette şöyle buyurmaktadır:


Andolsun, onlara: “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye soracak olsan, elbette “Allah” diyecekler. De ki: “Gördünüz mü-haber verin; Allah’tan başka taptıklarınız, eğer Allah bana bir zarar dileyecek olsa, O’nun zararını kaldırabilirler mi? Ya da bana bir rahmet vermeyi istese, O’nun rahmetini tutup-önleyebilecekler mi” De ki: “Allah, bana yeter. Tevekkül edecek olanlar, O’na tevekkül etsinler.” (Zümer Suresi, 38)


Allah inkar edenler üzerinde Darr ismini tecelli ettirmektedir. Ancak elbette ki bu durum, söz konusu kişilerin haktan bile bile yüz çevirmelerinden kaynaklanmaktadır. Yoksa Allah tüm kullarına karşı sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olandır. Rabbimiz tüm insanların doğru yolu bulmaları, sonsuz cennet hayatına kavuşabilmeleri için dünya hayatında sayısız fırsatlar yaratmaktadır. Hata yaptıklarında onları affetmekte, dua ettiklerinde, yardım istediklerinde onlara ihsanını bağışlamaktadır. Dünya hayatındaki eksiklikleri göstererek, onları asıl olarak cennet için çaba harcamaya çağırmaktadır. Ahirette karşılaşabilecekleri sonsuz bir azap olduğunu bildirerek onları uyarıp korkutmaktadır. Ancak Rabbimiz’in insanlar üzerindeki bu rahmetini ve yaratışındaki hikmetleri takdir edemeyen kimseler için Allah’ın azabı hak olmaktadır. Çünkü bu kimseler cehennem ile uyarılmalarına ve sonsuza kadar nimet içinde yaşamalarını sağlayacak bir yola çağrılmalarına rağmen bundan yüz çevirmişlerdir.


“Allah’tan başka, sana yararı da, zararı da olmayan(ilahlar)a tapma. Eğer sen (bunun aksini) yapacak olursan, bu durumda gerçekten zulmedenlerden olursun” (diye emrolundum.) Allah sana bir zarar dokunduracak olsa, O’ndan başka bunu senden kaldıracak yoktur. Ve eğer sana bir hayır isterse, O’nun bol fazlını geri çevirecek de yoktur. Kullarından dilediğine bundan isabet ettirir. O, bağışlayandır, esirgeyendir. (Yunus Suresi, 106-107)


ERHAMURRAHİMİN


Merhamet edenlerin en merhametlisi


Eyüp de; hani o Rabbine çağrıda bulunmuştu: “Şüphesiz bu dert (ve hastalık) beni sarıverdi. Sen merhametlilerin en merhametli olanısın.” (Enbiya Suresi, 83)


Yeryüzündeki tüm canlılar gibi insan da ihtiyaç içinde olan bir varlıktır. Yaşamını sürdürebilmesi için her an oluşması gereken pek çok şart vardır. Nefes alabilmesi için oksijene, bedeninin faaliyetlerini sürdürebilmesi için su ve besine ihtiyaç duyar... Aslında bu örneklerin sıralamakla bitmesi de pek mümkün değildir. Yalnızca tek bir insanın fiziksel olarak varlığını sürdürebilmesi bile burada sıralanması mümkün olmayan sayısız detaya bağlıdır.


Ancak, yeryüzündeki tüm insanlar ihtiyaçları olan şeyleri elde edebilmek için çok büyük bir çaba göstermeden yaşamlarını rahatlıkla sürdürebilmektedirler. Her birinin gerek bedenlerinde gerekse dış dünyada ihtiyaçları olan herşey onlar için önceden belirlenmiş ve onlara sunulmuştur. Burada ilk akla gelen örnek yine insanın nefes almasıdır. İnsan bedeninin yaşamını sürdürebilmesi için oksijen alması gerektiğini elbette herkes bilir. Peki bu oksijenin atmosferde gereken oranlarda bulunmasını sağlayan kimdir? Veya insanın vücuduna bu oksijeni alıp işleyecek ve gereken her hücreye tek tek ulaştıracak bir sistemi koyan kimdir?


Elbette bunların hiçbiri insanın başarısı değildir. Hiç kimse atmosferin veya kendi solunum sisteminin oluşumunda söz sahibi olmamıştır.


İşte insanın bu en hayati ihtiyacından başlamak üzere her türlü detay kendisi için gerektiği şekilde var edilmiştir. Kuşkusuz bu noktada karşımıza çıkan her türlü detayı insan için var eden üstün bir aklın varlığı ve o aklın sahibinin insana gösterdiği sonsuz merhamettir. Bu gücün sahibi ise, merhametlilerin en merhametlisi olan Allah’tır.


Allah’ın merhameti, elbette ki insanların fiziksel ihtiyaçlarının karşılanması ile sınırlı değildir. O, insanları yaratmış, yaşamaları için en elverişli olan mekana yerleştirmiş ve bunun karşılığında da yalnızca Kendisi’ne kulluk etmelerini istemiştir. Ve insanlara Kendisi’ni nasıl razı edeceklerini de bildirmiş; bunu öğretmek için onlara Katından kitaplar indirmiş, bütün ayetlerini tek tek açıklayan peygamberler göndermiştir. Böylelikle Allah insanlara hem Kendi Zatını tanıtmış, hem de onları dine ve güzel ahlaka davet etmiştir. Kuşkusuz bunların tümü, Rabbimiz’in sonsuz merhametinin açık delillerindendir.


Dedi ki: “Bugün size karşı sorgulama, kınama yoktur. Sizi Allah bağışlasın. O, merhametlilerin (en) merhametlisidir.” (Yusuf Suresi, 92)


Eyüp de; hani o Rabbine çağrıda bulunmuştu: “Şüphesiz bu dert (ve hastalık) beni sarıverdi. Sen merhametlilerin en merhametli olanısın.”


Böylece onun duasına icabet ettik. Kendisinden o derdi giderdik; ona Katımızdan bir rahmet ve ibadet edenler için bir zikir olmak üzere ailesini ve onlarla birlikte bir katını daha verdik. (Enbiya Suresi, 83-84)


Sizi en iyi Rabbiniz bilir; dilerse size merhamet eder, dilerse sizi azablandırır. Biz seni onların üzerine bir vekil olarak göndermedik. (İsra Suresi, 54)


EVVEL


İlk


O, Evveldir, Ahirdir, Zahirdir, Batındır. O, herşeyi bilendir. (Hadid Suresi, 3)


Evrenin bir başlangıcı var mıdır?


Kuşkusuz bu soru yüzyıllar boyunca insanların cevap aradıkları bir soru olmuştur. Bu mükemmel düzenin bir Yaratıcısı olması gerektiğini kavrayabilen insanlar, evrenin bir başlangıcı olduğuna inanmışlardır. Ancak insanların bir kısmı da Yaratıcı’nın varlığını kabullenmek istememiş ve bu yüzden evrenin bir başlangıcı olmadığını, ezelden geldiğini ve ebede gideceğini iddia etmişlerdir. Ancak bugün bilimin ulaştığı nokta, bu kişilerin apaçık bir yanılgı içinde olduklarını kanıtlamıştır.


Bugüne kadar evrenin varoluşuyla ilgili çeşitli tezler ortaya konmuştur ancak günümüzde tüm bilim çevreleri ortak bir noktada birleşmektedir. Bilimin yakın zamanda keşfettiği bir gerçek bu duruma açıklık getirmektedir. 1929 yılında, Edwin Hubble tarafından ortaya konduğu gibi kainat sürekli genişlemektedir. Bu gerçekten yola çıkan bilim adamları şöyle bir çıkarım yapmışlardır: Zaman kavramını tersine çevirirsek, genişlemekte olan evreni sıkışan bir sistem olarak, mesela daralmakta olan dev bir yıldız gibi düşünebiliriz. Bu durumda ortaya çıkan sonuç şöyledir; zaman kavramına göre daralan evren sonunda tekliğe ulaşır. Yani kainatın başlangıcı tek bir noktanın büyük bir patlama ile açılması suretiyle olmuştur.


Bizim buradan çıkarmamız gereken sonuç şudur: İçinde yaşadığımız kainatın bir başlangıcı vardır. Böylesine kusursuz bir sistemin bir başlangıcı olduğuna göre; elbette bu başlangıcı var eden bir gücün varlığı da açıktır. Bu Güç Sahibi’nin varlığı ezeli ve ebedidir. Yani O, herşeyden önce de vardır, sonra da olacaktır.


İşte bu sonsuz gücün sahibi Allah’tır. Ve canlıların, gezegenlerin, galaksilerin, tüm evrenin yaratılmadığı ve hatta zamanın da henüz var olmadığı anda yalnızca Allah vardır. Çünkü O ‘Evvel’dir.


FALİK


Yaran, yarıcı (karanlığı yarıp sabahı çıkaran, tohumu yaran)


Taneyi ve çekirdeği yaran şüphesiz Allah’tır. O, diriyi ölüden çıkarır, ölüyü de diriden çıkarır. İşte Allah budur. Öyleyse nasıl oluyor da çevriliyorsunuz? O sabahı yarıp çıkarandır. Geceyi bir sükun (dinlenme), Güneş ve Ay’ı bir hesap (ile) kıldı. Bu, üstün ve güçlü olan, bilen Allah’ın takdiridir. (Enam Suresi, 95-96)


Dünya üzerinde pek çok bitki türü yetişir. Her birinin birbirinden farklı bir tohumu vardır. Kuru tohumları alıp bir odada saklasanız, belki senelerce aynı şekilde durduklarını görebilirsiniz. Ama bu tohumlar toprağın altına veya uygun bir ortama konulduklarında aniden yarılarak filizlenmeye başlarlar. Sonra bir de bakarsınız ki bir gül ağacı veya dev boyutlarda bir çınar ağacı oluşmaya başlamış.


‘Kuru bir tane’den böylesine farklı çeşitlerde ama en önemlisi canlı bir organizmanın oluşması kuşkusuz şaşırtıcıdır. Kuru bir taneden bir ağacın oluşması için, tohumun topraktan gerekli malzemeleri alarak filizlenmeye başlaması gereklidir. Ancak elbette tohumun, ihtiyacı olan mineralleri, su miktarını kendisinin belirlemesi mümkün değildir. Üstelik topraktaki mineralleri, suyu biraraya getirse bile birbirinden çok farklı meyveler veren ağaç çeşitlerini veya yeşil bitkileri oluşturabilmesi için üstün yeteneklerinin olması gereklidir.


Eğer bu kararı verenin tohum olduğunu iddia edersek tohumun ‘yetenekli’ olduğunu kabul etmek durumunda kalırız. Ancak elbette ki bahsedilen yeteneklerin elbette tohumun kendisine ait olduğunu iddia etmek mümkün değildir. Yukarıdaki ayetlerde de bildirildiği gibi “taneyi ve çekirdeği yaran” Allah’tır.


O’nun dilemesi ile yeryüzünde binlerce çeşit ağaç, bitki yetişmektedir. Nitekim bir başka ayette Allah’ın herşeyin Yaratıcısı olduğu şöyle bildirilmiştir:


O, gökten su indirendir. Bununla herşeyin bitkisini bitirdik, ondan bir yeşillik çıkardık, ondan birbiri üstüne bindirilmiş taneler türetiyoruz. Ve hurma ağacının tomurcuğundan da yere sarkmış salkımlar, -birbirine benzeyen ve benzemeyen- üzümlerden, zeytinden ve nardan bahçeler (kılıyoruz.) Meyvesine, ürün verdiğinde ve olgunluğa eriştiğinde bir bakıverin. Şüphesiz inanacak bir topluluk için bunda gerçekten ayetler vardır. (Enam Suresi, 99)


Ve O, yeri yayıp uzatan, onda sarsılmaz-dağlar ve ırmaklar kılandır. Orada ürünlerin her birinden ikişer çift yaratmıştır; geceyi gündüze bürümektedir. Şüphesiz bunlarda düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. (Ra’d Suresi, 3)


Yeryüzünde birbirine yakın komşu kıtalar vardır; üzüm bağları, ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar da vardır ki, bunlar aynı su ile sulanır; ama ürünlerinde (ki verimde ve lezzette) bazısını bazısına üstün kılıyoruz. Şüphesiz, bunlarda aklını kullanan bir topluluk için gerçekten ayetler vardır.


Eğer şaşıracaksan, asıl şaşkınlık konusu onların şöyle söylemeleridir: “Biz toprak iken mi, gerçekten biz mi yeniden yaratılacağız?” İşte onlar Rablerine karşı inkara sapanlar, işte onlar boyunlarına (ateşten) halkalar geçirilenler ve işte onlar -içinde ebedi kalacakları- ateşin arkadaşları olanlardır. (Ra’d Suresi, 4-5)


FASIL


Ayıran, açıklayan


Gerçekten iman edenler, Yahudiler, yıldıza tapanlar (Sabii) Hıristiyanlar, ateşe tapanlar (Mecusi) ve şirk koşanlar; şüphesiz Allah, kıyamet günü aralarını ayıracaktır. Doğrusu Allah, herşeyin üzerinde şahid olandır. (Hac Suresi, 17)


İnsanlardan kimi dünya hayatı boyunca dünyevi amaçlar edinir, bu amaçlar için çalışır ve bunları yaparken de iyi bir iş üzerinde olduğunu zanneder ve ahireti unutarak dünya hayatı için çalışır. Gerçek sorumluluğunu unutarak dünya çıkarlarının peşine düşer. Allah’a ortak koştuğu bu putları razı etmek, onların hoşnutluğunu kazanabilmek için çaba harcar ve bu şekilde son derece karlı bir iş yaptığını düşünür.


İnsanlardan kimi de tüm hayatını kendisini yaratan Allah’ı razı etmek için geçirir. Dünya hayatındaki imkanları ve nimetleri bu bilinçle değerlendirir. Hedefi, doğru yola ulaşabilmek, Allah’ın razı olacağı salih amellerde bulunmak, O’nun tavsiye ettiği üstün ahlakı üzerinde taşıyabilmektir.


Elbette bu iki insanın durumu bir değildir. Bu insanların durumu ile ilgili Allah Kuran’da şöyle bir örnek vermiştir:


Kör olanla (basiretle) gören bir değildir; karanlıklarla aydınlık, gölge ile sıcaklık da. Diri olanlarla ölüler de bir değildir. Gerçekten Allah, dilediğine işittirir; sen ise kabirlerde olanlara işittirecek değilsin. (Fatır Suresi, 19-22)


İşte birbirinden farklı durumda olan, bambaşka yollar edinen bu insanların arasını Allah kıyamet günü ayıracak, her birine yapmakta olduklarını bildirecektir. O gün, herkesin yaptıklarının hiçbir eksiltme olmadan kendisine tastamam ödendiği gündür. O gün, Allah’ın sonsuz adaletinin tecelli ettiği gündür...


Şüphesiz, senin Rabbin, ihtilafa düştükleri şeyler konusunda kıyamet günü aralarında ‘hükmünü verip ayıracaktır’. (Secde Suresi, 25)


Sonra, her bir gruptan Rahman (olan Allah)a karşı azgınlık göstermek bakımından en şiddetli olanını ayıracağız. Sonra Biz ona (cehenneme) girmeye kimlerin en çok uygun olduğunu daha iyi biliriz.


Sizden ona girmeyecek hiç kimse yoktur. Bu, Rabbinin kesin olarak üzerine aldığı bir karardır.


Sonra, takva sahiplerini kurtarırız ve zulmedenleri diz üstü çökmüş olarak bırakıveririz. (Meryem Suresi, 69-72)


Ne yakın akrabalarınız, ne çocuklarınız kıyamet günü size bir yarar sağlayamaz. (Allah) Sizin aranızı ayıracaktır. Allah, yaptıklarınızı görendir. (Mümtehine Suresi, 3)


De ki: “Rabbimiz (kıyamet günü) bizi bir arada toplayacak, sonra da hak ile aramızı ayıracaktır. O, (gerçek hükmünü vererek hak ile batılın arasını) açandır, (her şeyi hakkıyla) bilendir.” (Sebe Suresi, 26)


FATIR


Yaratan, icad eden


Rabbim, Sen bana mülkten (bir pay ve onu yönetme imkanını) verdin, sözlerin yorumundan (bir bilgi) öğrettin. Göklerin ve yerin Yaratıcısı, dünyada ve ahirette benim velim Sensin. Müslüman olarak benim hayatıma son ver ve beni salihlerin arasına kat.” (Yusuf Suresi, 101)


Yaşadığımız dünyaya baktığımızda, üzerinde canlılığın oluşabilmesi için özel olarak düzenlenmiş olduğunu görürüz. Dünya’nın uzaydaki konumu, canlıların ihtiyacı olan her türlü detayın Dünya’da var olması bu gezegenin üstün bir aklın eseri olduğunun apaçık delilidir.


Yaşam için son derece elverişli yaratılan bu gezegenin üzerinde yaşayan canlılara baktığımızda da aynı gerçekle karşılaşırız. Dünya üzerinde var olan tüm canlılarda hayranlık uyandırıcı bir yaratılış söz konusudur. Her canlı kendisi için uygun ortamda, uygun bir vücut yapısıyla yaşam sürmektedir.


Bunun yanı sıra tüm canlıların oluşumundaki detaylar incelendikçe karşılaşılan yaratılış gerçeği daha da netleşmektedir. Her canlının temel yapı taşı olan hücre, içindeki tüm organelleriyle tek başına mükemmel bir sisteme sahiptir. Hücredeki düzen öyle kusursuzdur ki, canlılığın tesadüfen meydana gelmiş olmasının imkansızlığını tek başına kanıtlamaktadır.


İşte çevremizde gördüğümüz veya göremediğimiz tüm detaylarda apaçık şekilde Yaratılış’ın izleri vardır. Kuşkusuz bunların tümünün var eden herşeyin Yaratıcısı olan Allah’tır. Kainattaki varlıklara ait olan en ufak bir detayda dahi Rabbimiz’in kusursuz sanatını görmek mümkündür. Allah, yarattığı sistemin kusursuzluğunu Mülk Suresi’nde şöyle haber vermiştir:


O, biri diğeriyle ‘tam bir uyum’ (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir ‘çelişki ve uygunsuzluk’ (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir. (Mülk Suresi, 3-4)


De ki: “O, gökleri ve yeri yaratırken ve O, (hep) besleyen (hiç) beslenmezken, ben Allah’tan başkasını mı veli edineceğim?” De ki: “Bana gerçekten Müslüman olanların ilki olmam emredildi ve: Sakın müşriklerden olma.” (denildi.) (Enam Suresi, 14)


Resulleri dedi ki: “Allah hakkında mı şüphe (ediyorsunuz)? O, gökleri ve yeri yaratandır; O, sizi, günahlarınızı bağışlamak için davet etmekte ve sizi adı konulmuş bir süreye kadar erteliyor.” Dediler ki: “Siz, bizim benzerimiz olan birer beşerden başkası değilsiniz. Siz bizi, babalarımızın taptıklarından çevirip-engellemek istiyorsunuz, öyleyse bize apaçık bir delil getirin.” (İbrahim Suresi, 10)


De ki: “Sizi inşa eden (yaratan), size kulak, gözler ve gönüller veren O’dur. Ne az şükrediyorsunuz?”


De ki: “Sizi yeryüzünde üretip-türeten O’dur. Siz O’na toplanıp götürüleceksiniz.” (Mülk Suresi, 23-24)


Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca “Ol” der, o da hemen oluverir. (Bakara Suresi, 117)


FETTAH


Çok iyi hüküm veren, açan, hükmeden


Eğer o ülkeler halkı inansalardı ve korkup-sakınsalardı, gerçekten üzerlerine hem gökten, hem yerden (sayısız) bolluklar (bereketler) açardık; ancak onlar yalanladılar, Biz de onları kazanageldikleri nedeniyle yakalayıverdik. (Araf Suresi, 96)


Fettah, Allah’ın açan sıfatıdır. Allah insanları zorluklarla denemekte ancak hiç kimseye güç yetirebileceğinden fazlasını yüklememektedir. Allah, samimi kullarına bir zorluk verdiği zaman ondan çıkış yolunu da açar; mutlaka zorluğun yanında bir kolaylık da gösterir. Nitekim Kuran’da Peygamberimiz (sav)’in karşılaştığı zorluklar örnek verilerek, bunların kolaylıkla birlikte verildiği şöyle bildirilmiştir:


Biz, senin göğsünü yarıp-genişletmedik mi?


Ve yükünü indirip-atmadık mı?


Ki o, senin belini bükmüştü;


Senin zikrini (şanını) yüceltmedik mi?


Demek ki, gerçekten zorlukla beraber kolaylık vardır.


Gerçekten güçlükle beraber kolaylık vardır. (İnşirah Suresi, 1-6)


Kuran’da Allah’ın iman edenlere sağladığı kolaylıklara daha pek çok örnek verilmiştir. Hz. Musa da Allah’ın çeşitli zorluklarla imtihan ettiği elçilerden biridir. Ancak Allah Hz. Musa’yı yardımıyla desteklemiş ve işlerini kolaylaştırmıştır.


Hz. Musa Firavun’a tebliğ yapmaya giderken kardeşi Harun’u kendisine yardımcı kılmasını Allah’tan istemiştir. Allah da onun duasını kabul ederek Hz. Harun’u ona destekçi kılmıştır.


Kuran’da daha pek çok olayla örneklendirildiği gibi Allah müminlerin her zaman yardımcısı ve destekçisidir. Onların üzerinde bulunan ve açılması imkansız gibi gözüken zorlukları açıp kaldırır. Ancak bu durum inkarcılar için geçerli değildir. Allah, onların kalplerini daraltır, sıkar ve tüm nimetlerin kapısını kapar. Rabbimiz’in dilemesi ile kapanan bu kapıları sonsuza kadar açabilecek hiçbir güç yoktur.


Allah inkarcılar için nimet kapılarını kapattığı gibi onların üzerine azap kapısı açar. İnkarcılara verilen bu azap bir ayette şöyle bildirilmiştir:


Sonunda, üzerlerine azabı şiddetli olan bir kapı açtığımızda, onlar bunun içinde şaşkına dönüp umutlarını kaybettiler. (Müminun Suresi, 77)


Onlara, zorlu azabımız geldiği zaman yalvarmaları gerekmez miydi? Ama onların kalpleri katılaştı ve şeytan onlara yapmakta olduklarını çekici (süslü) gösterdi.


Derken kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında, onların üzerlerine her şeyin kapılarını açtık. Öyleki kendilerine verilen şeylerle ‘sevince kapılıp şımarınca’, onları apansız yakalayıverdik. Artık onlar umutları suya düşenler oldular.


Böylece zulmeden topluluğun kökü kurutuldu. Hamd, alemlerin Rabbi olan Allah’adır.


De ki: “Düşündünüz mü hiç; eğer Allah sizin işitmenizi ve görmenizi alıverir ve kalplerinizi mühürlerse, onları size Allah’tan başka getirebilecek ilah kimdir?” Bak, Biz nasıl ayetleri ‘çeşitli biçimlerde açıklıyoruz da’ sonra onlar (yine) sırt çevirip-engelliyorlar?


De ki: “Düşündünüz mü hiç; size Allah’ın azabı apansız ya da açıkdan geliverirse, zulme sapan kavimden başkası mı yıkıma uğrayacak?” (En’am Suresi, 43-47)


GAFFAR


Mağfireti, bağışlaması çok olan


Bundan böyle” dedim. “Rabbiniz’den mağfiret isteyin; çünkü gerçekten O, çok bağışlayandır.” (Nuh Suresi, 10)


Allah’ın mağfireti sonsuzdur. O, yarattığı tüm kullarına tevbe ederek arınma imkanı vermiştir. Bir insan, cahilken yaptıklarından dolayı dünyada bağışlanma dileyerek cehennem azabından kurtulabilir. Samimi bir şekilde Kuran’a dönerek Allah’ın emirlerini titizlikle uyguladığı takdirde Rabbimiz’i bağışlayan ve esirgeyen olarak bulacaktır. Allah salih amellerde bulundukları zaman küçük büyük demeden kullarının bütün günahlarını affedeceğini müjdelemiştir. Allah bir ayetinde “Eğer şükreder ve iman ederseniz, Allah azabınızla ne yapsın?..” (Nisa Suresi, 147) diyerek insanlar üzerinde ne kadar geniş mağfiret sahibi olduğunu onlara bildirmiştir. Nitekim ‘cahil ve nankör’ olan insanların pek çok nimet içinde hayatlarını sürdürebilmeleri de Allah’ın mağfireti ve bağışlamasıyladır. Allah bu gerçeği Kuran’da şöyle bildirmektedir:


Eğer Allah, kazandıkları dolayısıyla insanları (azap ile) yakalayıverecek olsaydı, (yerin) sırtı üzerinde hiçbir canlıyı bırakmazdı, ancak onları, adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman, artık şüphesiz Allah Kendi kullarını görendir. (Fatır Suresi, 45)


Allah tüm insanlara öğüt alanın öğüt alabileceği kadar bir süre tanır. Onlara kendilerini uyarıp korkutacak elçiler gönderir ve bu elçiler vasıtasıyla korkup sakınmaları gereken şeyleri bildirir. Ancak tüm bunlara rağmen inkarda direten insanlar da elbette işledikleri kötülüklerin karşılığını göreceklerdir. Allah ayetlerde şöyle buyurmaktadır:


Gerçekten Ben, tevbe eden, inanan, salih amellerde bulunup da sonra doğru yola erişen kimseyi şüphesiz bağışlayıcıyım. (Taha Suresi, 82)


Sonra gerçekten Rabbin, cehalet sonucu kötülük işleyen, sonra bunun ardından tevbe eden ve ıslah olanlar(la beraberdir). Şüphesiz Rabbin bundan sonra bağışlayandır, esirgeyendir. (Nahl Suresi, 119)


Ey iman edenler, Allah’tan sakınıp-korkun ve O’nun elçisine iman edin, size Kendi rahmetinden iki kat (güzel karşılık) versin. Size kendisiyle yürüyeceğiniz bir nur kılsın ve size mağfiret etsin. Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. (Hadid Suresi, 28)


Kötülük işleyip bunun ardından tevbe edenler ve iman edenler; hiç şüphesiz Rabbin, bundan (tevbeden) sonra elbette bağışlayandır, esirgeyendir. (A’raf Suresi, 153)


Ey Peygamber, ellerinizdeki esirlere de ki: “Eğer Allah, sizin kalblerinizde bir hayır olduğunu bilirse (görürse) size sizden alınandan daha hayırlısını verir ve sizi bağışlar. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.” (Enfal Suresi, 70)


Günahı bağışlayan, tevbeyi kabul eden, cezası pek şiddetli olan ve lütuf sahibi (Allah’tan). O’ndan başka İlah yoktur. Dönüş O’nadır. (Mümin Suresi, 3)


GANİYY


Çok zengin, herşeyden müstağni olan


Ey insanlar, siz Allah’a (karşı fakir olan) muhtaçlarsınız; Allah ise, Ğaniy (hiçbir şeye ihtiyacı olmayan)dır, Hamid (övülmeye layık)tır. (Fatır Suresi, 15)


Tarih boyunca yaşamış olan azgın ve kibirli kişilerin ortak özelliklerinden biri, güç ve zenginlik sahibi olmaları olmuştur. Bu kişiler Allah’ın verdiği nimet ve imkanlarla Allah’a karşı büyüklenmişler ve O’ndan yüz çevirmişlerdir. Sahip oldukları herşeyin gerçek sahibinin Allah olduğunu unutmuş, O’nun kendilerine lütfundan bağışladığı malı-mülkü sahiplenmeye kalkmışlardır. Yalnız inkar etmekle kalmamışlar, iman edenlere de baskı ve zulüm uygulamış, Allah’ın elçilerine de büyük bir düşmanlıkla başkaldırmışlardır. Sonunda Allah dayanılmaz bir azapla kendilerini bir anda yakalamış, kendilerini de mallarını da yerin dibine geçirmiş ve herşeyden müstağni olduğunu göstermiştir. Allah bu kavimlerin durumlarını bir ayette şöyle haber verir:


Bu, kendilerine apaçık belgelerle elçiler geldiği halde “Bizi bir beşer mi hidayete ulaştıracak?” demeleri ve bu yüzden inkar edip saparak yüz çevirmeleri nedeniyledir. Allah da (onlara karşı) müstağni olduğunu (hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını) gösterdi. Allah Ğani’dir, Hamid’dir. (Tegabün Suresi, 6)


Bu inkarcı ve müstekbir insanların unuttukları ya da kavrayamadıkları gerçek, göklerin, yerin ve bu ikisi arasında bulunan herşeyin hazinelerinin gerçek sahibinin Allah olduğudur. Allah bu gerçeği Kuran’da şöyle bildirmiştir:


Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır. Andolsun, Biz sizden önce kitap verilenlere ve sizlere: “Allah’tan korkup-sakının” diye tavsiye ettik. Eğer inkara saparsanız, şüphesiz, göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır. Allah, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, hamd’e layık olandır. (Nisa Suresi, 131)


Ayetlerde haber verilen bu kişiler mal sahibi olmalarından dolayı büyüklük gururuna kapılmış, Allah’a ibadet etmekten ve kendilerine hakkı getiren elçilerden yüz çevirmişlerdir. Kuran’da inkarcıların bu tavırlarına karşılık Hz. Musa’nın sözleri örnek verilerek şöyle buyrulmaktadır:


Musa demişti ki: “Eğer siz ve yeryüzündekilerin tümü inkar edecek olsanız bile şüphesiz Allah hiçbir şeye muhtaç değildir, övülmüştür.” (İbrahim Suresi, 8)


Kuran’daki daha pek çok ayette haber verildiği gibi Allah güç ve zenginliğin gerçek sahibidir. O herşeyden müstağnidir ancak herşey O’na muhtaçtır. Bu gerçek bir ayette şöyle bildirilmektedir:


Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı ki, kendilerinden öncekilerin nasıl bir sona uğradıklarını görsünler; üstelik onlar kuvvet bakımından kendilerinden daha güçlüydüler. Göklerde ve yerde Allah’ı aciz bırakacak hiçbir şey yoktur. Şüphesiz O, bilendir, güç yetirendir. (Fatır Suresi, 44)


Bu, kendilerine apaçık belgelerle elçiler geldiği halde “bizi bir beşer mi hidayete ulaştıracak?” demeleri ve bu yüzden inkar edip saparak yüz çevirmeleri nedeniyledir. Allah da (onlara karşı) müstağni olduğunu (hiç bir şeye ihtiyacı olmadığını) gösterdi. Allah Ğani’dir, Hamid’dir. (Teğabün Suresi, 6)


Kim cehd ederse (çaba harcarsa), yalnızca kendi nefsi için cehd etmiş olur. Şüphesiz Allah, alemlerden müstağnidir. (Ankebut Suresi, 6)


HABİR


Herşeyin iç yüzünden, gizli taraflarından haberdar


Ey iman edenler, Allah’tan korkun. Herkes yarın için neyi takdim ettiğine baksın. Allah’tan korkun. Hiç şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. (Haşr Suresi, 18)


İnsan zaman ve mekanla sınırlı bir varlıktır. Başka bir kişi tarafından aktarılmadıkça ancak kendi bulunduğu yerde, zamanda gelişen olaylardan haberdar olabilir. Bulunduğu zaman ve mekanın dışına çıkarak olayları değerlendirmesi asla mümkün değildir. Bu da insanın en büyük acizliklerinden biridir.


Oysa insanı yaratan Allah, zaman ve mekanın da Yaratıcısı’dır; dolayısıyla bu kavramlara bağımlı değildir. Zamandan ve mekandan münezzeh olan Allah doğal olarak zamanın ve mekanın kapsadığı yani kainatta gerçekleşen her olaydan da haberdardır. Öyle ki içinde yaşadığımız Samanyolu Galaksisi’nden milyonlarca ışık yılı uzaklıkta bulunan bir galakside kaç yıldız bulunduğunu, hangi gök cisminin hangi yörüngeyi takip ettiğini de bilir, içinde yaşadığımız dünyada toprağın altında yerin üzerine çıkmaya çalışan filizlenmiş bir tohumun bilgisini de... Ayrıca Allah şu ana kadar yaşamış olan, şu an yaşayan ve bundan sonra yaşayacak olan tüm insanların da hayatlarının her saniyesinin bilgisine sahiptir.


Kimin ne zaman, nerede doğduğu ve öldüğü, yaşamı süresince neler yaptığı, hangi amaçlar uğruna çaba harcadığı, hatta ne zaman güldüğü, ne zaman ağladığı gibi tüm detaylar O’nun bilgisi dahilindedir. Çünkü O tümünün Yaratıcısı’dır. Üstelik bu insanların her an yaptıkları işlerin yanında, kalplerinden geçirdikleri tüm bilgiler de Allah’tan gizli kalmaz. Allah insanların içlerinden geçirdikleri, niyet edip uygulamadıkları, gizlice tasarladıkları herşeyden haberdardır.


Allah’ın, bol ihsanından kendilerine verdiği şeylerde cimrilik edenler, bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Hayır; bu, onlar için şerdir; kıyamet günü, cimrilik ettikleriyle tasmalandırılacaklardır. Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Allah yaptıklarınızdan haberi olandır. (Al-i İmran Suresi, 180)


Gözler O’nu idrak edemez; O ise bütün gözleri idrak eder. O, latif olandır, haberdar olandır. (Enam Suresi, 103)


Sen, asla ölmeyen ve daima diri olan (Allah)a tevekkül et ve O’nu hamd ile tesbih et. Kullarının günahlarından O’nun haberdar olması yeter. (Furkan Suresi, 58)


Kıyamet saatinin bilgisi, şüphesiz Allah’ın Katındadır. Yağmuru yağdırır; rahimlerde olanı bilir. Hiç kimse, yarın ne kazanacağını bilmez. Hiç kimse de, hangi yerde öleceğini bilmez. Hiç şüphesiz Allah bilendir, haberdardır. (Lokman Suresi, 34)


“Ey oğlum, (yaptığın iş) gerçekten bir hardal tanesi ağırlığında olsa da, (bu,) ister bir kaya parçasından ya da göklerde veya yer(in derinliklerinde) de bulunsa bile, Allah onu getirir (açığa çıkarır). Şüphesiz Allah, latif olandır, (her şeyden) haberdardır.” (Lokman Suresi, 16)


Göklerde ve yerde olanların tümünü bilir; sizin saklı tuttuklarınızı da, açığa vurduklarınızı da bilir. Allah, sinelerin özünde saklı duranı bilendir. (Teğabün Suresi, 4)


HADİ


Hidayet lütfeden, doğru yola ulaştıran


(Bir de) Kendilerine ilim verilenlerin, bunun (Kur’an’ın) hiç tartışmasız Rablerinden olan bir gerçek olduğunu bilmeleri için; böylelikle ona iman etsinler ve kalpleri ona tatmin bulmuş olarak bağlansın. Şüphesiz Allah, iman edenleri dosdoğru yola yöneltir. (Hac Suresi, 54)


Yeryüzünde iki tür insan vardır: Allah’ın gücünü bilip takdir edenler ve Allah’ın gücünü tanımayıp dolayısıyla takdir edemeyenler.


İkinci gruptaki insanlar sıradan bir hayat yaşar ve ölürler. Yaşamları süresince ne için yaşadıklarını, onları kimin var ettiğini, kendilerini yaratan Allah’a karşı herhangi bir sorumlulukları olup olmadığını veya kendileriyle birlikte tüm evreni yoktan var Rabbimiz’in sonsuz gücünü düşünmek istemezler. Onların akıllarını meşgul eden konular genellikle nasıl bir eğitim görecekleri, iş yerinde iyi bir mevkiye gelmek için ne yapmaları gerektiği, çocuklarını nasıl yetiştirecekleri gibi günlük hayatla ilgili konulardır. Elbette ki bunların tümü doğal isteklerdir ve düşünülmesi de gerekir ancak üç-beş on yıl yaşayıp tükettikleri hayatları çevrelerindeki çoğu insan gibi bu konuları kendilerine amaç edinerek geçer; bu arada dünyada ve tüm evrende var olan sayısız mucizeleri göremezler. Üstelik görseler de üzerinde düşünmek istemezler.


Birinci grup olarak bahsettiğimiz, Allah’ın varlığının delillerini ve mutlak gücünü tanıyıp takdir eden insanlar ise bunun tam tersi bir hayat yaşarlar. Vicdanları güçlü olduğu için çevrelerini hayranlıkla gözlemler, gördükleri detayları yaratanın Rabbimiz olduğunu bilirler. Bu nedenle evrenin Yaratıcısı, üstün güç sahibi Allah’a karşı sorumluluklarının da bilincindedirler. Hayatlarını Allah’ın hoşnutluğunu kazanacakları işler yaparak, O’nun tavsiye ettiği bir yaşamı sürerek ve en önemlisi de öldükten sonra O’na hesap vereceklerini bilerek geçirirler.


İşte bu birinci grup, Allah’ın hidayet verdiği kişilerdir. Dünya üzerindeki sayıları her zaman çok az olmuştur ama doğru olan yol onlarınkidir. Allah, hidayete ulaşmış olanlarla inkar edenler arasındaki farkı ayetlerinde şöyle haber verir:


Ve onlar, sana indirilene, senden önce indirilenlere iman ederler ve ahirete de kesin bir bilgiyle inanırlar.


İşte bunlar, Rablerinden olan bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler bunlardır.


Şüphesiz, inkar edenleri uyarsan da, uyarmasan da, onlar için fark etmez; inanmazlar.


Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinin üzerinde perdeler vardır. Ve büyük azab onlaradır. (Bakara Suresi, 4-7)


Kuşkusuz bu insanlardan olabilmek, Allah’tan verilen çok büyük bir nimettir. Çünkü O’nun dilemesi dışında hidayet verebilecek, doğru yola iletebilecek hiç kimse yoktur:


Gerçek şu ki, sen, sevdiğini hidayete erdiremezsin, ancak Allah, dilediğini hidayete erdirir; O, hidayete erecek olanları daha iyi bilendir. (Kasas Suresi, 56)


Onlar, gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler.


Ve onlar, sana indirilene, senden önce indirilenlere iman ederler ve ahirete de kesin bir bilgiyle inanırlar.


İşte bunlar, Rablerinden olan bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler bunlardır.


Şüphesiz, inkar edenleri uyarsan da, uyarmasan da, onlar için fark etmez; inanmazlar. (Bakara Suresi, 3-6)


HAFID


Yukarıdan aşağıya indiren, alçaltan


O aşağılatıcı, yücelticidir. (Vakıa Suresi, 3)


Her insan belirli bir zeka düzeyi, görme, düşünme ve düşündüklerinden çıkarım yapma kabiliyetine sahiptir. Örneğin kendi bedeninin işleyişindeki kusursuzluğa baktığında detaylı bir yaratılış görecektir. Bu yaratılışın detaylarındaki akıl alametlerini düşündüğünde, bütün bunları var eden bir güç sahibi olduğunun bilincine varabilir.


Ancak kuşkusuz bu sayılanlar sahip oldukları yetenekleri kullanan kişiler için geçerlidir. Bir de karşılaştıkları olaylar üzerinde hiç düşünmeyen insanlar vardır ki bunlar, yeryüzündeki insanların çoğunluğunu oluştururlar. Daha önce de belirttiğimiz gibi bu insanlar dünyaya gelir, büyür, herkes gibi sıradan bir hayat geçirir ve ölürler. Oysa Allah Kuran’da düşünüp öğüt alanları övmüş, diğerlerini ise aşağılık kılacağını bildirmiştir. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:


Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) “Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek Yücesin, bizi ateşin azabından koru. Rabbimiz, şüphesiz Sen kimi ateşe sokarsan, artık onu ‘hor ve aşağılık’ kılmışsındır; zulmedenlerin yardımcıları yoktur.” (Al-i İmran Suresi, 191-192)


Düşünüp öğüt alanlar Allah’ın yücelttiği kişilerdir. Bu kişiler Allah’a kul olmanın gereklerini tam olarak yerine getirirler ve bu yönleriyle diğerlerinden tamamen ayrılırlar. Diğer grup (düşünmeyen insanlar) ise, insani yeteneklere sahip olmalarına rağmen bunları kullanmaz ve basit bir yaşam sürdürürler. Bir nevi hayvan gibi, fiziki ihtiyaçlarını gidermeye yönelik bir yaşamı seçerler. İşte bu insanlar da, Allah’ın yarattığı ancak vicdanlarını kullanmadıkları, düşünmedikleri ve sıradan bir ömrü seçtikleri için alçalttığı kişilerdir. Bu kişilerle ilgili Kuran’da şöyle bir örnek verilmektedir:


İnkar edenlerin örneği bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyip (duyduğu veya bağırdığı şeyin anlamını bilmeyen ve sürekli) haykıran (bir hayvan)ın örneği gibidir. Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bundan dolayı akıl erdiremezler. (Bakara Suresi, 171)


Onlar, kendisinden sakındırıldıkları ‘şeyi yapmada ısrar edip başkaldırınca’ onlara: “Aşağılık maymunlar olunuz” dedik.


İşte o zaman Rabbin, onlara en kötü azabı yapacak kimse(leri) kıyamet gününe kadar üzerlerine mutlaka göndereceğini bildirdi. Şüphesiz, Rabbin (ceza ile) sonuçlandırması pek çabuk olandır ve gerçekten O, bağışlayandır, esirgeyendir.


Onları yeryüzünde ayrı ayrı topluluklar olarak paramparça dağıttık. Kimileri salih (davranışlarda) bulunuyor, kimileri de bunların dışında olan aşağılıklardır. Onları iyiliklerle ve kötülüklerle imtihan ettik, ki dönsünler.


(A’raf Suresi, 166-168)


Kendilerini (övgüyle) temize çıkaranları görmedin mi? Hayır; Allah, dilediğini temizleyip yüceltir. Onlar, ‘bir hurma çekirdeğindeki iplikçik kadar’ bile haksızlığa uğratılmazlar. (Nisa Suresi, 49)


HAFIZ


Koruyan, gözeten, muhafaza eden


Buna rağmen yüz çevirirseniz, artık size kendisiyle gönderildiğim şeyi tebliğ ettim. Rabbim de sizden başka bir kavmi yerinize geçirir. Siz O’na hiçbir şeyle zarar veremezsiniz. Doğrusu benim Rabbim, herşeyi gözetleyip-koruyandır.” (Hud Suresi, 57)


Bugün bilim adamlarının çoğu, evrenin yoktan var olduğu konusunda kesin bir fikir birliğine varmışlardır. Çünkü ellerindeki tüm deliller bu gerçeğe işaret etmektedir. Evrenin yoktan varoluşu sırasında ortaya çıkan atomlar ile bugün canlı-cansız herşeyi oluşturan atomların birbirleriyle aynı olduğunu da bilim ortaya koymaktadır. Evrenin ilk yaratılış anında ne kadar atom varsa, şu anda da o kadar atom vardır. Ancak şöyle bir farkla: Yoktan varoluş anında büyük bir hızla etrafa dağılan atomlar, bugün yıldızları, Dünya’yı, atmosferdeki havayı, yeryüzündeki suyu, toprağı ve hatta sizin bedeninizi meydana getirmektedirler. Üstelik bunu öylesine kusursuz bir düzenle yapmaktadırlar ki, her bir atoma hakim olan düzenleyici gücün varlığı kesin olarak anlaşılmaktadır. Zira bir düzenin varlığı düzenleyicinin varlığını zorunlu kılar.


Bu noktada karşımıza şu gerçek çıkmaktadır: Ortada hiçbir şey yokken maddeyi yaratan ve kusursuz bir düzen oluşturan Allah elbette ki bu düzenin meydana gelişindeki her aşama hakkında bilgi sahibidir. Çünkü böylesine karmaşık bir sistemin tek bir anının dahi kontrolsüz oluşması mümkün değildir.


İşte bu gerçek bize kainattaki sistemi düzenleyen, var eden Allah’ın sonsuz ilmini göstermektedir. O, herşeyi yoktan var etmiş ve kusursuz bir düzen kurmuştur. Ve halen de bu düzeni gözetlemekte ve korumaktadır. Nitekim “Çünkü senin Rabbin, gerçekten gözetleme yerindedir” (Fecr Suresi, 14) ayeti Allah’ın kainat üzerindeki sürekli korumasını bizlere bildirmektedir. Başka ayetlerde Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:


Doğrusu Biz, yerin onlardan ne eksilttiğini bilmişizdir. Katımız’da (bütün bunları) saklayıp-koruyan bir kitap vardır. (Kaf Suresi, 4)


Oysa onun, kendilerine karşı hiçbir zorlayıcı-gücü yoktu; ancak Biz ahirete iman edeni, ondan kuşku içinde olandan ayırt etmek için (ona bu imkanı verdik). Senin Rabbin, herşeyin üzerinde gözetici-koruyucudur. (Sebe Suresi, 21)


Allah’ın dışında birtakım veliler edinenler ise; Allah, onların üzerinde gözetleyicidir. Sen onların üzerinde bir vekil değilsin. (Şura Suresi, 6)


O’nun (insanın) önünden ve arkasından izleyenleri vardır, onu Allah’ın emriyle gözetip-korumaktadırlar. Gerçekten Allah, kendi nefis (öz)lerinde olanı değiştirip bozuncaya kadar, bir toplulukta olanı değiştirip-bozmaz. Allah bir topluluğa kötülük istedi mi, artık onu geri çevirmeye hiç bir (biçimde imkan) yoktur; onlar için O’ndan başka bir veli yoktur. (Ra’d Suresi, 11)


Allah’ın ahdini ve yeminlerini az bir değere karşılık satanlar... İşte onlar; onlar için ahirette hiç bir pay yoktur, kıyamet gününde Allah onlarla konuşmaz, onları gözetmez ve onları arındırmaz. Ve onlar için acı bir azap vardır. (Al-i İmran Suresi, 77)


HAKEM


Hükmeden, hakkı yerine getiren


Allah’tan başka bir hakem mi arayayım? Oysa O, size Kitabı açıklanmış olarak indirmiştir. Kendilerine Kitap verdiklerimiz, bunun gerçekten Rabbinden hak olarak indirilmiş olduğunu bilmektedirler. Şu halde, sakın kuşkuya kapılanlardan olma. (Enam Suresi, 114)


Allah insanları yaratmış, onları, içlerinden iyilik yapanlarla kötülük yapanları ayırt etmek üzere bir imtihan yeri olan dünyaya yerleştirmiştir. Ayrıca insanlara elçiler göndermiş ve elçilerine de doğruyu yanlıştan ayırmalarını sağlayacak hükümleri içeren kitaplar vermiştir. İnsanlık tarihi boyunca bütün elçiler, gönderildikleri kavimleri Allah’ın emrettiği hükümleri içeren hak kitaplarla uyarıp korkutmuşlar, onları doğru yola çağırmışlardır.


Ancak zaman içinde elçilerin getirdiği kitaplar insanlar tarafından tahrif edilmiş, Allah’ın gönderdiği hükümler inkarcı kesimlerin kendi çıkarlarını koruyacak bozuk hükümlerle değiştirilmiştir. Fakat Allah insanlara yine kendilerini ‘doğru yola ulaştıracak bir rehber’ olarak Kuran’ı indirmiş ve “Hiç şüphesiz, zikri (Kuran’ı) Biz indirdik Biz; onun koruyucuları da gerçekten Biziz” (Hicr Suresi, 9) ayeti ile içindeki hükümleri kıyamete kadar koruyacağını vaat etmiştir.


Elbette Kuran insanın karşılaşacağı her olayda çözüm bulmak, doğruya ulaşmak için başvuracağı yegane kaynaktır. Çünkü Kuran, Allah’ın hükümlerini içeren tek hak kitaptır. Ve Allah’ın gönderdiği korunmuş hükümlerin olduğu bu kitaba sarılanlar, onda Allah’ın kendilerine emrettiklerini yerine getirenler, kuşkusuz doğru yolu bulmuş kimselerdir. Dünyada Allah’ın hükümleriyle hükmeden O’nun kendilerinden istediklerini yerine getirenler elbette ahirette de kazanç içinde olacaklardır.


HAKİM


Hikmet sahibi, sağlam, muhkem olan


O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, ‘şekil ve suret’ verendir. En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O’nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir. (Haşr Suresi, 24)


Daha önce de üzerinde durduğumuz gibi, insanın çevresinde gördüğü herşey yaratılmışlığın apaçık delillerini taşır. Evrende belli bir yöne doğru ilerlemekte olan galaksiler, Güneş’in etrafında belirli bir yörüngede dönüp duran Dünya, canlıların bedenlerindeki -henüz yüzyılımızda keşfedilen- girift sistemler ve gözle görülemeyen mikro alemde meydana gelen -yine yeni keşfedilmiş- olaylar dizisi... Kuşkusuz bilimsel alandaki gelişmelerle insanların bilgisi arttıkça, en küçükten en büyüğe kadar evrendeki her detayın ne kadar ince hesaplarla var edilmiş olduğu daha da netlik kazanmaktadır.


Bugün ulaşılabilen bilgi seviyesi ile şu gerçek ortaya çıkmıştır: Kainatın yoktan var olduğu ilk andan bu yana oluşan tüm olaylar belirli bir plan içinde gelişmiştir. Öyle ki bu planın sonucunda üzerindeki tüm canlılarla birlikte Dünya oluşmuştur. Ve akıl sahibi bir varlık olan insan, yeryüzündeki yerini almıştır. Elbette bu durumda insana düşen, kendi varlığı için en uygun koşulların bir düzen içinde oluşturulduğunu fark edebilmek, kainatın meydana geliş aşamalarındaki hikmetleri kavrayabilmektir.


İnsan kendisine verilen bunca nimet karşısında unutmamalıdır ki, herşeyin belli bir yaratılış amacı ve hikmeti vardır. Kendisinin rahatlıkla yaşayabildiği bir gezegen yaratılmıştır. Sadece bu konu üzerinde düşünmek bile Allah’ın herşeyi sonsuz bir hikmetle yarattığını görmek için yeterlidir. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:


Dediler ki: “Sen Yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen, herşeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın.” (Bakara Suresi, 32)


Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah’a ve Resûlü’ne itaat ederler. İşte Allah’ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 71)


Ve şüphesiz senin Rabbin, O, onları haşredecektir. Gerçekten O, hüküm ve hikmet sahibidir, bilendir. (Hicr Suresi, 25)


O, Aziz ve Hakim olan Allah, sana ve senden öncekilere böyle vahyetmektedir. Göklerde ve yerde olanlar O’nundur. O, yücedir, büyüktür. Gökler, neredeyse üstlerinden çatlayıp-parçalanacaklar; melekler de Rablerini hamd ile tesbih ederler ve yerde olanlara mağfiret dilerler. Haberiniz olsun; gerçekten Allah, bağışlayan ve esirgeyen O’dur. Allah’ın dışında birtakım veliler edinenler ise; Allah, onların üzerinde gözetleyicidir. Sen onların üzerinde bir vekil değilsin.


(Şura Suresi, 3-6)


Ve henüz kendilerine ulaşıp-katılmamış olan diğerlerine de (peygamber gönderilmiştir); O (Allah), üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Cum’a Suresi, 3)


HAKK


Varlığı hiç değişmeden duran


İşte böyle; şüphesiz Allah, O, Hak olandır ve şüphesiz O’nun dışında taptıkları (tanrılar) ise, batıldır. Şüphesiz Allah, Yücedir, büyüktür. (Lokman Suresi, 30)


Zaman ve mekan canlı-cansız herşey gibi ‘yaratılmış’ kavramlardır. Zaman ve mekanın hiç olmadığı bir anda yoktan bir madde alemi yaratılmış ve bu alem içinde zaman-mekan kavramları oluşmuştur. Şöyle ki, zaman içinde geriye gittiğimizde bir sınırla karşılaşırız ve bu sınırın gerisine asla geçemeyiz. Bir olay için kullanabileceğimiz en eski ifade, ‘evrenin yaratılış anı’dır. Hatta bugün bilim çevrelerinde tespit edilen sınır, kainatın yaratılma anından itibaren 10-43 saniyedir. Bu zaman diliminden öncesi için ne zaman ne de mekan tanımlanamamaktadır.


Bu noktada karşımıza zamanın ve mekanın olmadığı bir boyut çıkar. İnsanın sınırlı olduğu bu iki kavram belirli bir anda ‘yaratılmış’ olduklarına göre, bu ‘yaratılış’tan önce bir zamansızlık ve mekansızlık mevcuttu. İşte bizlerin asla dışına çıkamadığımız bu kavramları yaratan onların tamamen dışında olan Allah’tır.


Allah zamandan ve mekandan münezzehtir ve dolayısıyla varlığı her zaman mevcuttur. Asla değişmez. Tek gerçek varlık O’dur, O’nun Zatı dışında herşey ancak O’nun ‘ol’ demesiyle var olmuştur. Allah’ın Zatı dışında herşey ölümlüdür ve yok olucudur. Kuran’da da bildirildiği gibi Hak olan yalnızca O’dur.


Hak olan, biricik hükümdar olan Allah Yücedir. Onun vahyi sana gelip-tamamlanmadan evvel, Kur’an’ı (okumada) acele etme ve de ki: “Rabbim, ilmimi artır.” (Taha Suresi, 114)


İşte böyle; şüphesiz Allah, hakkın Kendisi’dir ve şüphesiz ölüleri diriltir ve gerçekten herşeye güç yetirendir. (Hac Suresi, 6)


İşte burada (bu durumda) velayet (yardımcılık, dostluk) hak olan Allah’a aittir. O, sevap bakımından hayırlı, sonuç bakımından hayırlıdır. (Kehf Suresi, 44)


Allah, her şeyin Yaratıcısı’dır. O, her şey üzerinde vekildir.


Göklerin ve yerin anahtarları O’nundur. Allah’ın ayetlerine (karşı) inkar edenler ise; işte onlar, hüsrana uğrayanlardır.


De ki: “Ey cahiller, bana Allah’ın dışında bir başkasına mı kulluk etmemi emrediyorsunuz?”


Andolsun, sana ve senden öncekilere vahyolundu (ki): “Eğer şirk koşacak olursan, şüphesiz amellerin boşa çıkacak ve elbette sen, hüsrana uğrayanlardan olacaksın.


“Hayır, artık (yalnızca) Allah’a kulluk et ve şükredenlerden ol.”


Onlar, Allah’ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Oysa kıyamet günü yer, bütünüyle O’nun avucu (kabzası)ndadır; gökler de sağ eliyle dürülüp-bükülmüştür. O, şirk koştuklarından münezzeh ve yücedir.


Sur’a üfürüldü; böylece Allah’ın diledikleri dışında, göklerde ve yerde olanlar çarpılıp-yıkılıverdi. Sonra bir daha ona üfürüldü, artık onlar ayağa kalkmış durumda gözetliyorlar. (Zümer Suresi, 62-68)


HALIK


Herşeyin varlığı ve varlığı boyunca görüp geçireceği hlleri, hadiseleri tespit ve tayin eden ve ona göre yaratan, yoktan var eden


Allah, her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üzerinde yürümekte, kimi iki ayağı üzerinde yürümekte, kimi de dört (ayağı) üzerinde yürümektedir. Allah, dilediğini yaratır. Hiç şüphesiz Allah, herşeye güç yetirendir. (Nur Suresi, 45)


Bir arı kovanındaki tüm arılar görevlerini eksiksiz yerine getirirler. İşçi arılar kovanın yapımında çalışır, kovanı havalandırarak derecesini hep sabit tutarlar, kovana çiçeklerden topladıkları besinleri getirirler. Kraliçe arı ise kovanın içinde sabit kalarak soyun devamını sağlar. Bir sivrisinek yumurtadan çıktığında erişkin haline hiç benzemez. Sivrisinek larvası gelişimini tamamlayana kadar 4 defa deri değiştirir. Pupa döneminin sonuna doğru derisi açılır ve erişkin sivrisinek pupanın içinden suya hiç değmeden çıkar.


Yukarıda bahsettiğimiz canlılar yeryüzünde yaşayan sayısız canlıdan yalnızca iki tanesidir. Fakat doğumlarını, yaşamlarını ve ölümlerini diğer canlılar gibi Allah belirlemiştir. Bu canlılar, yaratıldıkları andan itibaren Allah’ın tespit ettiği, uygun gördüğü ve emrettiği şekilde yaşamlarını sürdürürler. Kesinlikle Allah’ın kendileri için takdir ettiği görevin dışına çıkmazlar. Çöllerde +50 derecede yaşayan kertenkeleler de, kutuplarda -50 derecede yaşayan penguenler de, denizin binlerce metre altında yaşayan süngerler de aynı durumdadır. Hepsi hayatları boyunca Allah’ın tespit ettiği şekilde yaşarlar. Onlardan önceki nesiller de aynı şekilde yaşamıştır, sonraki nesiller de aynı şekilde yaşayacaklardır. Çünkü Allah canlıların hepsi için bir yaşam biçimi seçmiştir.


Sonuç olarak kainattaki hiçbir canlının kendi yaşam biçimini tayin etme hakkı yoktur. Tüm canlıları Allah yaratmış ve bu şekilde yaşamalarını takdir etmiştir. Onlar da kayıtsız şartsız bu hükme boyun eğmişlerdir.


İnsan da kainatın küçük bir parçasıdır. Allah insanı bir damla sudan yaratmış, ve bir yaşam biçimi takdir etmiştir. Hiçbir insan kendi kararıyla yaşam süresini belirleyemez, yaşlanmayı ve ölümü durduramaz, acizliklerinden kurtulamaz. Tüm bunları belirleyen, dilediği şekilde yönlendiren Allah’tır. Allah’ın gücünün benzersizliği ve herşeyi hakimiyeti altında tuttuğu ayetlerde şöyle haber verilir:


Gökleri ve yeri bir örnek edinmeksizin yaratandır. O’nun nasıl bir çocuğu olabilir? O’nun bir eşi (zevcesi) yoktur. O, herşeyi yaratmıştır. O, herşeyi bilendir. (Enam Suresi, 101)


De ki: “Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?” De ki: “Allah’tır.” De ki: “Öyleyse, O’nu bırakıp kendilerine bile yarar da, zarar da sağlamaya güç yetiremeyen birtakım veliler mi (tanrılar) edindiniz?” De ki: “Hiç görmeyen (a’ma) ile gören (basiret sahibi) eşit olabilir mi? Veya karanlıklarla nur eşit olabilir mi?” Yoksa Allah’a, O’nun yaratması gibi yaratan ortaklar buldular da, bu yaratma, kendilerince birbirine mi benzeşti? De ki: “Allah, herşeyin Yaratıcısı’dır ve O, tektir, kahredici olandır.” (Rad Suresi, 16)


Kendi derilerine dediler ki: “Niye aleyhimizde şahitlik ettiniz?” Dediler ki: “Herşeye nutku verip-konuşturan Allah, bizi konuşturdu. Sizi ilk defa O yarattı ve O’na döndürülüyorsunuz.” (Fussilet Suresi, 21)


HALİM


Çok yumuşak olan


İki topluluğun karşı karşıya geldikleri gün, sizden geri dönenleri, kazandıkları bazı şeyler dolayısıyla şeytan onların ayağını kaydırmak istemişti. Ama andolsun ki, Allah onları affetti. Şüphesiz Allah, bağışlayandır, yumuşak olandır. (Al-i İmran Suresi, 155)


Şu an dünyada yaşayan insanlara, kendilerini yaratan Allah’ın gönderdiği bir kitap vardır. O’nun Katından gönderilen, hükümleri korunmuş olan bu kitap, son hak kitaptır. Allah bu kitabın içinde dünyada yaşayan insanlara neler yapmaları gerektiğini açık açık belirtmiştir; uymaları gereken emirleri, sakınmaları gereken yasakları bildirmiştir. Üstelik bu kitaptaki emirlere uyarak hayatını Allah’ın rızasını kazanmak için çalışarak geçirenlerin sonsuza kadar cennette kalacaklarını müjdelemiştir. Uymayanların ise -Allah’ın dilemesi dışında- sonsuza kadar içinde kalacakları cehennemi ve onun içindeki azapları tüm ayrıntılarıyla anlatmıştır.


Allah’a yönelmek ve O’nun rızasını kazanmaya çalışmak için indirilmiş olan bu kitap, 1400 sene önce Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’e indirilmiş olan Kuran’dır. Allah Kuran’da insanlara bilmeleri gereken herşeyi anlatmıştır; hayatı, ölümü, cenneti, cehennemi...


Fakat insanların birçoğu hak kitabın geldiğini bilmelerine rağmen onu okumaktan yüz çevirir, hatta bir kısmı hayatları boyunca Allah’ın gönderdiği bu kitabı ellerine bile almazlar. Allah’ın ayetlerini göz ardı ederek dünya hayatının zevkine ve eğlencesine dalarlar. Ölümlerinden sonra karşılaşacakları hesabı ve ahiret hayatını ise hiç düşünmezler. Allah’ın yasaklarına uymadıkları gibi, insanlara emrettiği güzel ahlakı da yaşamazlar. Mallarını, mülklerini kimseyle paylaşmaz, zorda olanlara yardım etmezler. Üstelik kendilerine iman etmeleri söylendiğinde “Biz ne yaptığımızı biliyoruz” diye karşılık verirler. İçlerinden ancak çok azı Allah’a gereği gibi iman eder ve O’nun hükümlerini eksiksiz uygular.


Yukarıda anlatılanlar biraz düşünüldüğünde, Allah’ın insanlar üzerindeki sonsuz merhameti ve şefkati açıkça görülebilir. İnkar edenler, bile bile hak din ahlakından yüz çevirmelerine ve Allah’ın yasaklarını çiğnemelerine rağmen Allah onları hemen azaplandırmaz. Hatta onları dünya hayatında refah içinde yaşatır, her türlü nimeti verir. Onlara iman etmeleri ve hak dine dönmeleri için süre tanır. Üstelik Allah gönderdiği dini çok kolay kılarak da sonsuz şefkatini göstermiştir. Ayrıca insanları unuttuklarından ve yanıldıklarından dolayı sorumlu tutmaz. Kör olana, topal olana, hasta olana sorumluluk yüklemez. İnsanlara sabrı ve tevekkülü öğreterek omuzlarındaki yükü kaldırır. Bütün bu örnekler Allah’ın sonsuz merhametini ve şefkatini, inkar eden insanların ise nankörlüğünü anlamak için yeterlidir.


Ama insanın unutmaması gereken çok önemli bir nokta daha vardır: Allah, aynı zamanda sonsuz adalet sahibidir. Ve dünyada da, ahirette de insanların yaptıklarının karşılığını eksiksiz olarak verecektir. Allah’ın Halim sıfatı ayetlerde şöyle haber verilmektedir:


Allah sizi, yeminlerinizdeki ‘rastgele söylemelerinizden, boş, amaçsız sözler’den dolayı sorumlu tutmaz; fakat kalplerinizin kazandıklarından dolayı sorumlu tutar. Allah bağışlayandır, yumuşak davranandır. (Bakara Suresi, 225)


Yedi gök, yer ve bunların içindekiler O’nu tesbih eder; O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur, ancak siz onların tesbihlerini kavramıyorsunuz. Şüphesiz O, halim olandır, bağışlayandır. (İsra Suresi, 44)


Şüphesiz Allah, gökleri ve yeri zeval bulurlar diye (her an kudreti altında) tutuyor. Andolsun, eğer zeval bulacak olurlarsa, Kendisi’nden sonra artık kimse onları tutamaz. Doğrusu O, Halim’dir, bağışlayandır. (Fatır Suresi, 41)


HAMİD


Ancak Kendisi’ne şükredilen, bütün varlığın diliyle yegane övülen


O’dur ki, onlar umutlarını kestikten sonra yağmuru indirir ve rahmetini serip-yayar. O, Veli’dir, Hamid’dir. (Şura Suresi, 28)


Kainatta yaşayan tüm bitkiler ve hayvanlar, Allah’ın yeryüzünde kendilerini yerleştirdiği şekilde yaşarlar. Böylelikle Allah’ı tesbih edip O’nu yüceltirler. Denizin dibinde yaşayan bir balık da, çölde yetişen bir kaktüs de büyük bir teslimiyetle yaşamını sürdürür. Allah’ın kendileri için takdir ettiği şekilde yaşamaları, O’nun kurduğu düzeni asla bozmamaları tüm canlıların Allah’ı tesbih ettiklerini gösterir. Gökyüzündeki ve yeryüzündeki herşey, tonlarca suyun biraraya getirilmesiyle oluşan denizler, binlerce metreye uzanan dağlar ve gökyüzünde sürüklenen bulutlar, ardı ardına çakan şimşek ve gökgürültüsü de Allah’ı tesbih edip yüceltir. O’nun sonsuz ilmini ve gücünü insanlara gösterirler. Fakat iman etmeyenler onların bu tesbihlerini kavrayamazlar. Allah bu gerçeği İsra Suresi’nin 44. ayetinde şu şekilde insanlara bildirir:


Yedi gök, yer ve bunların içindekiler O’nu tesbih eder; O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur, ancak siz onların tesbihlerini kavramıyorsunuz. Şüphesiz O, halim olandır, bağışlayandır. (İsra Suresi, 44)


İman edenler de Allah’ın Yüceliğini ve büyüklüğünü kavrayarak Rabbimiz’i tesbih eder, büyüklüğünü ve Yüceliğini kavrayarak, kendilerine lütfettiği nimetler için Allah’a şükrederler. Çünkü verilen her türlü nimet karşılığında kendilerinden istenen yalnızca şükredici, hamd edici birer kul olmalarıdır. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:


Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır. Andolsun, Biz sizden önce kitap verilenlere ve sizlere: “Allah’tan korkup-sakının” diye tavsiye ettik. Eğer inkara saparsanız, şüphesiz, göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır. Allah, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, hamde layık olandır. (Nisa Suresi, 131)


Musa demişti ki: “Eğer siz ve yeryüzündekilerin tümü inkar edecek olsanız bile şüphesiz Allah hiçbir şeye muhtaç değildir, övülmüştür.” (İbrahim Suresi, 8)


Kendilerine ilim verilenler ise, Rabbinden sana indirilenin hakkın ta kendisi olduğunu ve üstün, güçlü, övülmeye layık olan (Allah)ın yoluna yöneltip- ilettiğini görüyorlar. (Sebe Suresi, 6)


Ki onlar, cimrilik ederler ve insanlara cimriliği emr (tavsiye) ederler. Her kim yüz çevirirse, artık şüphesiz Allah, Ğaniy (hiç bir şeye muhtaç olmayan), Hamid (övülmeye layık olan) O’dur. (Hadid Suresi, 24)


Andolsun, onlarda sizlere, Allah’ı ve ahiret gününü umud edenlere güzel bir örnek vardır. Kim yüz çevirecek olursa, artık şüphesiz Allah, Ğaniy (hiç bir şeye ihtiyacı olmayan), Hamid (övülmeye layık olan)dır. (Mümtehine Suresi, 6)


Andolsun, Lukman’a “Allah’a şükret” diye hikmet verdik. Kim şükrederse, artık o, kendi lehine şükreder. Kim inkar ederse, artık şüphesiz, (Allah,) Gani (hiç kimseye ve hiç bir şeye muhtaç olmayan)dır, Hamiddir (hamd yalnızca O’na aittir). (Lokman Suresi, 12)



İzleyiciler